29 Kasım 2014 Cumartesi

Tescilsiz özçekim çubuklarına ceza

Güney Kore Bilim, Enformasyon-İletişim Sanayi ve Planlama Bakanlığı, akıllı telefonlara monte edilen ve özçekim (selfie) sağlayan çubukların tescilsiz olanlarına ceza uygulanmasını kararlaştırdı. The Independent'ın haberine göre, tescilsiz çubukları kullananlara 30 milyon won (60 bin lira) para cezası verilecek. Kararın, kablosuz iletişim için radyo dalgalarından yararlanan çubukların diğer cihazların iletişimini engellememesi için alındığı açıklandı. Özçekim çubukları Güney Kore'de en çok satılan ürünlerin arasında yer alıyor. Bluetooth özelliği bulunan özçekim çubuklarının fiyatı Türkiye'de 60 liraya kadar çıkıyor.

27 Kasım 2014 Perşembe

Yeni Sayfa'nın dördüncü sayısı çıktı

Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerinin hazırladığı Yeni Sayfa gazetesinin dördüncü sayısı yayınlandı. Dördüncü sayının haberleri arasında; "Para karşılığı tez yazıyorlar", "Yarı zamanlı iş tam zamanlı eğitim", "9 maddede Rosetta", "MMST Ulusal Konferansı" ve "BAU'lu yönetmenin filmi Hollywood'da" yer alıyor.

Yeni Sayfa o sahtekarlığı ortaya çıkarıyor: Para karşılığı tez yazıyorlar

Para karşılığı tez yazan iki internet sitesinin yöneticisi, müşteri olduklarını söyleyen Yeni Sayfa muhabirlerine konuştu. Yöneticiler, tez karşılığında aldıkları ücretin 15 bin liraya kadar çıktığını söyledi

İnternet siteleri üzerinden para karşılığında tez ve makale yazılarak sahtekarlık yapılıyor.

Bir tez ya da makale yazılması karşılığında 750 TL’den 15 bin TL’ye kadar ücret talep eden site yöneticileri, başvuru olarak bir ön sipariş formu doldurulmasını istiyor. Bu formda hazırlatılmak istenen tez ya da makalenin konusu ile ilgili bilgiler veriliyor.

Site yöneticileri bu bilgiler doğrultusunda konuyla ilgili “uzman” atıyor. Ardından “müşteriden” istenen ilave bilgiler doğrultusunda çalışmanın teslim süresi ve fiyatı belirleniyor. Eğer bu süreçte konuyla ilgili tez yazabilecek bir “uzman” bulunamazsa parayı ödemeye hazır olsanız bile iş yapmayı kabul etmiyorlar.

Konuyla ilgili olarak müşteri rolü oynayarak ulaştığımız site yöneticisi M. K. 2006 yılından beri bu “sektörde” olduğunu belirtiyor. İnternet sitelerini 2009’da kurduklarına değinen M. K., “Taslak göndermeniz halinde size bir uzman atayacağız ve sizinle uzmanımız arasında bir iletişim köprüsü oluşturacağız. Bu konuda size tam bir güven ortamı sağlayacağız. Herhangi bir ek ücret talep edilmiyor ama formunuz kabul edildikten sonra ücreti 2 taksit olarak vereceğimiz hesap numarasına yatırmanız gerekiyor. Ücretlerimiz 750 TL ile 1000 TL arasında değişiyor” diyor.

“Şirket gibi çalışıyoruz”

M. K. “yakalanmama garantisi” de veriyor: “Birçok öğrenci ve hatta öğretmen bize başvuruyor ama içinizin rahat etmesini istiyorsanız siz çalışmanın araştırma kısmını yaparsınız, biz de yazarız. Sonuçta bir gizlilik politikamız var ve kimseye bilgi vermiyoruz. Çalışmayı mail yoluyla size ulaştırabiliyoruz. Kısacası siz hocanızın istediği bilgileri formda doldurun, gerisini bize bırakın.”

Ulaştığımız diğer bir internet sitesinin yöneticisi, “bir şirket gibi çalıştıklarına” değinerek şunları söylüyor: “Bizim her konuda uzman tez yazarımız var. Açık internet sitemizin bulunması size bir güven sağlamalı. Ben sizinle telefonda ne kadar konuşsam da, bir güven ortamı bu şekilde sağlanamaz. Ücretler ise konuya göre değişiyor. 3 bin TL ile 15 bin TL arasında oluyor.”

Türkiye’de artık bir “sektör” haline gelen tez yazım sahtekarlığı ile ilgili onlarca “şirket” olduğu tahmin ediliyor. Bu da yazılan tezlerin güvenilirliğinin sorgulanmasına neden oluyor.

Sıla Ağgül - Ela Emeksiz
sila.aggul@hotmail.com
elaemeksiz@gmail.com

9 maddede “Rosetta”: Evrenin sırrına büyük adım


Rosetta uydusunun bir kuyruklu yıldıza iniş gerçekleştirerek fotoğraflar yollamaya başlaması, uzay araştırmaları tarihinde bir kırılma noktası olarak görülüyor. Geçtiğimiz haftanın en önemli olaylarından bir olan inişle ilgili detayları 9 maddede sıraladık

1- Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) gönderdiği aracın 67P / Çuryumov - Gerasimenko adlı kuyruklu yıldıza seyahati 2 Mart 2004’te başladı. Halk arasında “kuyruklu yıldız” denilen bu gök cisimleri, bilim adamları tarafından “Comet” olarak adlandırılıyor.


2- Kuyruklu yıldıza ilk sonda gönderme fikri 1970’li yıllarda bilim insanlarınca araştırılmaya başlandı. Nasıl gidilip nasıl inileceği yıllarca tartışıldı, planlandı. Tasarı, Avrupa Uzay Ajansı komitesi tarafından 1993 yılında kabul edilerek resmen başladı. O yıllarda sondanın gönderileceği comet 46P/Wirtanen idi, fakat sonra bir değişiklikle hedef 67P / Çuryumov - Gerasimenko Comet’i oldu. 2004 yılındaki fırlatmaya kadar bütün hesaplamalar devam etti. Fırlatılacak sondanın adı “Rosetta” idi. Rosetta ismi 1799 yılında Mısır’da bulunan ve ilgi uyandıran rosetta taşından geliyor.


3- 2 Mart 2004 Salı günü Ariane 5G+ modülünü taşıyan comet sondası Rosetta Kourou’dan fırlatılarak 10,5 yıllık seyahatine başladı. Bu seyahatin en büyük özelliklerinden biri, aracın uzayda hiçbir itiş gücü olmadan ilerlemesi. Bu da gezegenlerin çekim kuvvetinden ivme alarak mümkün olmakta. Şöyle ki; sonda, Dünya çekim kuvvetine girip çıkarken bir ivme kazanmakta, bu ivme de onun uzayda çok uzaklara yakıtsız gitmesini sağlamakta. Bu çekim kuvveti desteklerini 3 kere Dünya’dan, 1 kere de Mars’tan aldı. Rosetta bu seyahati sırasında yolda karşısına çıkan asteroidlere de selam verip onların fotoğraflarını çekerek yoluna devam etti.


4- Araç, 7 Mayıs 2014 tarihinde buluşma için manevralara başladı ve 6 Ağustos 2014 tarihinde 67/p’ye ulaştı. Ulaşması, comete inmesi değil de, sadece yörüngesine girip 25 km’ye kadar yaklaşması anlamına geliyor. 10 Eylül tarihinde cometin çekimlerine ve taramalarına başlayan Rosetta’nın iniş modülü, 12 Kasım’da 67/p’nin zemininde araştırma yapması için serbest bırakıldı. Türkiye saati ile 10.45’te modülün serbest bırakıldığı sinyali alındı. Bundan sonra en heyecanlı süreç başladı. Türkiye saati ile 17.30’da “İndim, göreve başladım” sinyalini alan ESA ekibi sevinç çığlıkları attı. İnişteki en büyük risk sondanın inişte zıplamasıydı. Çünkü, 67/p çok düşük yer çekimi değerine sahip ve eğer sonda yüksek hızla inip sekerse uzay boşluğuna düşebilirdi.


5- 67/p Dünya’ya neden 500 milyon km uzakta iken gönderildi de Mars ile aramıza girdiğinde gönderilmedi sorusu akıllara gelebilir. Bunun çok basit bir açıklaması var. 67/p Dünya ile Mars arasında iken yüzbinlerce kilometre hızla hareket etmekteydi. Yani güneşe yaklaştıkça hızı en tepe seviyesine çıkmakta idi. Fakat 67/p’ye ulaşıldığında hızı sadece 40 bin kilometre idi.


6- Rosetta ile Dünya arasında yaklaşık 500 milyon kilometre bulunuyor. Işık hızı sonlu olduğu için Dünya’dan gönderilen radyo sinyalleri 28 dakika 20 saniye sürmekte. 10,5 yıl süren bu seyahatte 7 milyar kilometreden fazla yol katedildi. İniş, insanlık tarihinde ilk comet (kuyruklu yıldız) inişi olarak kayıtlara geçti.


7- Rosetta uzay aracının gövdesinden ayrılarak kuyruklu yıldıza yerleşen çamaşır makinesi büyüklüğündeki “Philae”, inişinden 60 saat sonra pili tükendiği için uyku moduna geçti. Yüzeye indikten sonra iki kez sektiği tahmin edilen Philae, hedeflenen bölgenin yaklaşık 1 kilometre uzağına indi. Bir kayanın gölgesinde kalmasından ötürü üzerindeki paneller güneş ışığı alamadığı için pilinin tükendiği açıklandı. Ancak uyku moduna geçmeden önce gelen verilerin yıldız yüzeyinde organik moleküller bulunduğunu gösterdiği açıklandı. Karbon içeren bu moleküllerle ilgili detaylı bir açıklama yapılmazken, bu organiklerin Dünya’da yaşamın temelini oluşturduğu biliniyor.


8- Philae, kuyruklu yıldız yüzeyinde görüntüler alıp ölçüm yaparak elde ettiği verileri Dünya’ya gönderecek. Philae’nin uykuya dalmadan önce gönderdiği verilerin analizi devam ediyor.


9- Modülün topladığı bilgilerin kuyruklu yıldızların yapısına ve evrenin sırlarına ilişkin birçok soruya ışık tutması bekleniyor. Verilerin, okyanusların oluşumunda kuyruklu yıldızların etkisi ve Güneş Sistemi’nin kökeni hakkında yeni bilgiler vereceği düşünülüyor. Rosetta’nın uygarlık tarihi açısından en önemli özelliği ise, Dünya’daki hayatın kaynağının uzaydan gelip gelmediğine ışık tutacak olması.




Uğur Şeleci 
ugur.seleci@bahcesehir.edu.tr

Ünlü ressamın eserleri BAU’da

Kirschner’in “Reflections” isimli sergisi Bahçeşehir İletişim’in 4. katındaki BAU Art Galeri’de sanatseverlerle buluştu

Akademisyen Jochen Proehl’in “Çalışmalarında, anıların ve görme deneyiminin yardımıyla öyküleri, sırları ve izlenimleri geri çağırarak izleyicinin ağ tabakasının arkasında imge üretmek üzere hafızayı kullanan görseller üretiyor” dediği Kirschner’in sergisi 5 Ocak 2015’e kadar ziyaret edilebilecek.

Sanatseverler, sergi sayesinde sanatçının “Signs of Life”, “Grounded in the Air”, “Contact” gibi ünlü resimlerini görebilecek. Stuttgart Devlet Güzel Sanatlar Akademisi mezunu olan Kirschner, halen Berlin’de yaşıyor.



Haber Merkezi 
gazeteyenisayfa@gmail.com

Mühendisler bu kez geleceği tasarlayacak

Bahçeşehir Üniversitesi’nde (BAU) düzenlenecek olan “Engineering Reunion’14 – BAU’lu Girişimci Mühendisin Kariyer Tasarımı Paneli”nde mühendisliğin geleceği konuşulacak

BAU mezunları ile üniversitenin iletişimini arttırmak için kurulan Alumni Relations Center tarafından organize edilecek olan panel, 27 Kasım 2014’te saat 17.00’da, BAU Fazıl Say Salonu’nda başlayacak.

Sektördeki yeni yöntemlerin irdeleneceği etkinlik kapsamında Türkiye’nin önde gelen isimleri tecrübelerini paylaşacak. BAU Rektörü Prof. Dr. Şenay Yalçın’ın açılış konuşmasını yapacağı panelin moderatörlüğünü BAU Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Taşkın Koçak üstlenecek. Yazılım Sanayicileri Derneği Başkanı Doğan Ufuk Güneş, Siemens Yenilenebilir Enerji Bölüm Yöneticisi Sinan Bubik, Türk Telekom Ar-Ge Direktörü Enis Erkel, Net Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Koordinatörü A.Ceyhun Yağlıcıoğlu panele konuşmacı olarak katılacak. Panelde girişimci mühendislere yeni fikirler ve tavsiyeler sunulacak. Konuşmaların ardından 2004 ve öncesinde mezun olanlara madalya verilecek.



Doğacan İkizgül 
dogacan@windowslive.com

Konsey seçildi, başkanlar görevde

Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğrenci temsilciliği seçimleri tamamlandı. Seçim sonucunda Öğrenci Konseyi’nin başkanı İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğrencisi Mustafa Yıldız oldu


Öğrenciler bölüm adaylarına 4-6 Kasım tarihleri arasında Beşiktaş Kampüsü’nde oy verdi. Seçim dokuz fakülte, dört enstitü ve hazırlık okulu kapsamında gerçekleştirildi.

Tanıtım süresi boyunca aday öğrenciler ve destekleyenleri çalışmalar yaparak BAU’lulardan oy istedi. Adaylar afişler asarak, broşürler dağıtarak ve sosyal medyayı kullanarak seçim propagandası yaptı. Üç gün süren seçimlerde bölüm bazında her gün farklı katılım yüzdelerine göre değerlendirme yapıldı. Seçimin ilk günü için yüzde 60 katılım, ikinci günü için yüzde 50 katılım zorunlu tutuldu. Üçüncü gün ise asgari katılım sınırlaması uygulanmaksızın oylar sayıldı. Bölüm başkanlarının belirlenmesinin ardından fakülte başkanları seçildi. Bölüm başkanları kendi fakülteleri için bölüm başkanları arasından fakülte başkanını seçti.

Fakülte, enstitü ve hazırlık okulu başkanlarının oylarının çoğunluğunu alarak Öğrenci Konseyi Başkanı olan Mustafa Yıldız, “Daha İyiye BAU” sloganıyla seçime girmişti. Yıldız, “Seçim maratonunu oy çoğunluğu ile göreve gelerek tamamlamış durumdayız. BAU öğrencisinin sosyal ve akademik alanda daha iyiye ulaşmasına katkı sağlamak amacı ile oluşmuş bir ekibiz. Gönüllülük esası ile günlerce, gecelerce büyük özveri ile çalışan, mutluluğu ve üzüntüyü birlikte yaşayan ve herkese kucak açan kocaman bir aileyiz. BAU için, BAU’lu için hep birlikte daha iyiye yol almaya devam edeceğiz” dedi.

Seçim sonuçlarına göre fakülte başkanları şöyle belirlendi:

Öğrenci Konseyi Başkanı:
Mustafa YILDIZ

İletişim Fakültesi Başkanı:
Mehmet Emre ACAR

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Başkanı: 
Hasan ÇELİK

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Başkanı: 
Mustafa YILDIZ

Sağlık Bilimleri Fakültesi Başkanı:
Merve UĞUZ

Tıp Fakültesi Başkanı:
Mustafa KARAKUŞ

Hukuk Fakültesi Başkanı:
Hakan Kemal ERDEM

Mimarlık Fakültesi Başkanı:
Mehmet Çağrı AKÇEŞME

Eğitim Bilimleri Fakültesi Başkanı:
Ali Ersin ATAŞ

Sağlık Meslek Yüksekokulu Başkanı:
Jbid ULUK

Meslek Yüksekokulu Başkanı:
Ahmet EKŞİ

Sosyal Bilimleri Enstitüsü Başkanı:
Esra GÜLŞENER

Eğitim Bilimleri Enstitüsü Başkanı:
Fatma Deniz YALÇIN

Fen Bilimleri Enstitüsü Başkanı:
Mahmut DEMİRTAŞ

Hazırlık Okulu Başkanı:
Duhan YILMAZ



Haber Merkezi 
gazeteyenisayfa@gmail.com

BAU’lu yönetmenin filmi Hollywood’da

BAU Sinema Televizyon Bölümü mezunu Tuna Tetik’in çektiği, 21. Altın Koza Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü alan “Heykel A.Ş.”, Hollywood’daki Kısa Film Festivali’nde gösterildi

Tuna Tetik, Yeni Sayfa’ya yaptığı açıklamada “Projenin iki yıllık geçmişi var. İnternetteki sanat bloglarını karıştırırken absürd heykellere rastladık. O heykellere komşu olarak yaşayan, o heykellerin yapımında yer alan ve her gün önlerinden geçen insanların ne hissettiklerini merak ettik. Bu merakımız git gide bizi belgeseli çekmeye itti fakat bir türlü ilk taşı atamıyorduk” dedi. Belgeselin çekilmesi ve gösterilmesi konusunda BAU İletişim hocalarından Ayşegül Selenga Taşkent’ten yardım aldıklarını belirten Tetik, “Hocanın eleştiri, tavsiye ve yönlendirmeleri ile belgeseli Pera Müzesi ve İtalyan Kültür Merkezi’nde gösterdik” ifadelerini kullandı.

Türkiye’de sinema anlayışının seyirci odaklı olduğunu belirten Tetik, “Seyircimize çok cömert davrandık. Liselere gidip belgesel hakkında söyleşiler yaptık. Belgeselin gösterimleri esnasında kameramızı seyirciye çevirip onların tepkilerini, nerede sıkılıyor nerede kahkaha atıyor olduklarını kaydetmeye çalıştık” diye konuştu. “Heykel A.Ş.”de yenilikçi bir kurgu yaptıklarına değinen Tetik, “Belgeseli Adana Altın Koza Film Festivali’ne yolladık. Finale kaldığımızda bizim gibi düşünen insanların da olduğunu bilmek bizi çok mutlu etti. Alışılmışın dışında bir anlatıya sahip, hedefi gülen yüzler yaratmak olan bir belgeselin takdir toplaması hepimizi sevindirdi” diye konuştu. Tetik, seyircinin filmi çok sahiplendiğini, kahkahaları çoğu zaman alkışların böldüğünü söyleyerek “Aynı zamanda festival kapsamında görüştüğümüz yönetmen, sinema yazarı ve yapımcılar filmimizi duyduklarını ve çok özgün bir işe imza attığımızı söylüyordu. Gıpta edip örnek aldığımız sinemacıların bizden böyle bahsetmesi kıvanç kaynağımız oldu” dedi.

8 Kasım’da Amerika’da Beverly Garland Hotel- Berverly Garland’s Theatr’da Heykel A.Ş.’nin gösterilmesi ile ilgili olarak Tetik şunları söyledi: “Medyanın ve eleştirmenlerin bize yaklaşımı çok iyiydi, seyirci bizi benimsemişti. Artık kendi dilimizi yaratıp bizim gibi düşünen insanlarla birlikte ilk adımını attığımız haylaz bir yola girmeye hazırlanıyoruz.”



Ezgi Naser 
ezg.naser@hotmail.com

Gururla bakıyoruz onlara!

BAU ile Habertürk’ün ortak projesi kapsamında Habertürk’te görev alan BAU’lu öğrenciler okulda aldıkları eğitimin pratikteki ilk meyvelerini vermeye başladı. BAU’lu öğrenciler, spordan sanata, magazinden dış haberlere, çeşitli alanlarda haberler yaptı. Bu sayımızda Habertürk gazetesinde yer alan İletişim Fakültesi öğrencilerinin haberlerinden bir demet sunuyoruz


Bike Çetinel (Haber Servisi) - İşaret dilinde il farkı

Bike Çetinel’in, işaret dilinin illere göre farklılık gösterdiği konusunda yaptığı özel haberi, Habertürk’ün 1. sayfasında yayımlandı. Haber fotoğrafı olarak da Bike Çetinel’in sureti kullanıldı. Haberde, işitme engellerinin eğitimde ortak müfredatın oluşmasına engel olduğunun altını çizdi. Milli Eğitim Bakanlığı, sorunun çözümüne yönelik ortak bir alfabe oluşturdu.


Buse Tarhan (Haber Servisi) - HIV’i yenip çocuk sahibi oldular

Buse Tarhan’ın haberine göre, evlilik arifesindeki bir kadın HIV virüsü taşıdığının ortaya çıkması üzerine doktor gözetiminde ilaç kullanarak virüsü kontrol altında tutmayı başardı. Habere göre HIV virüsü kadının evliliğine engel teşkil etmedi. Çiftin bir de kız çocuğu oldu.


Erkan Kaan Adıgüzel (Spor) - Eyvah Eyvah

Galatasaray’da yaşanan sakatlıklara dair yaptığı haberde Erhan Kaan Adıgüzel, Kasımpaşa maçı öncesi defans ve orta sahada görev alan futbolcuların sayısının fazla olmasının teknik direktör Prandelli’yi düşündürdüğünü belirtti.


Nur Topçu (Haber Merkezi) - Meydan savaşı çıktı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin simitçilere yönelik getirdiği düzenlemeye dair yaptığı haberde Nur Topçu, Simitçiler Odası Başkanı Ali Yücel ile görüştü. Yücel, uygulamaya konan yasağı eleştirerek, “Art niyet var” dedi.


Özlem Gürpınarlı (Magazin) - Albüm yapmaya korkuyoruz

Müzisyen Simge Sağın ile yaptığı röportajda Özlem Gürpınarlı, şarkıcıyla ilgili merak edilenleri sordu. Sağın, “Bir çok kişi albüm yapmaya korkuyor. Klibi çekilen şarkılar sadece televizyonda yer buluyor” diye sitem etti.


Melik Demirel (Dış Haberler) - Reklamcılığın İngiliz efsanesi: “50 yıllık felsefem, saygısızlık”

İngiliz reklam ajansı Bartic Bogle Hegarty’nin Kreatif Direktörü John Hegarty, Melik Demirel’in sorularını yanıtladı. Hegarty, “Gelecek için hayal kuranları unut gitsin derim. Tek gerçeklik vardır o da şu andır” ifadelerini kullandı.


Ahmet Aslan
ahmet.serhad.aslan@gmail.com

Medyanın Şifreleri

Basınımızda tuhaflıklarla dolu bir haftayı daha geride bıraktık. Stalin’e “çakanlar” bu kez fena çuvalladı; Fatih Altaylı başka bir gazeteye yaklaşıyor dedikoduları ayyuka çıktı; Mesut Özil gazetelere haber ısmarladı; Koç bir gazeteyi defterden sildi; “Cumhuriyet yazarını gözden mi çıkardı?” sorusu yüksek sesle sorulmaya başlandı; Taraf’ın haftalardır yaptığı hata saç baş yoldurttu



Bir “sen gelme…” demedikleri kaldı
O yazar Cumhuriyet’in üvey evladı mı?

Cumhuriyet gazetesinin 11 Kasım tarihli nüshasının birinci sayfasında tam 14 yazarın yazısı anonslanmıştı. Yani fotoğrafları ve yazılarının başlıkları gazetenin ilk sayfasına taşınmıştı. Ancak o gün gazetede 14 değil, 15 yazar yazmıştı. Bedri Baykam’ın yazısının birinci sayfada anonslanmaması akıllara 19 Ağustos tarihinde yaşanan sansür olayını getirdi. Bu tarihte, Bedri Baykam’ın yazdığı “Başkanlığı bırakmanız için 11 gerekçe Sn. Kılıçdaroğlu” başlıklı yazı, gazete yönetimi tarafından sansürlenerek yayımlanmamıştı. Olayın medyaya yansıması üzerine Cumhuriyet gazetesi İcra Kurulu bir açıklama yaparak, “Yazarımız Bedri Baykam’ın geçen haftaki yazısı editoryal değerlendirme neticesinde yayımlanmamıştır. Konuyu ilk toplantısında değerlendiren İcra Kurulu’nca, bu uygulamanın yazarın yorum, eleştiri özgürlüğüne ‘müdahale niteliğinde’ olduğu belirlenerek sorumluları hakkında gereken yaptırımın uygulanmasına karar verilmiştir. Bu nedenle yazarımızdan ve okurlarımızdan özür dileriz” demişti. Ancak görülen o ki, gazetenin Bedri Baykam’a tavrında halen bir değişiklik yok.



Rahmi Koç neden defterden sildi?
Herkese reklam var, bir Takvim’e yok

Atatürk’ün ölüm yıldönümünde gazetelerin 2. sayfasında Koç Grubu’nun, son sayfasında ise İş Bankası’nın anma ilanları yayımlandı. Bu uygulama sadece bir gazetede gerçekleşmedi. Koç Grubu, Takvim’in 2. sayfasına reklam vermedi. Bunun sebebi ne olabilir diye Takvim gazetesinde geriye doğru bir taramaya giriştik ve Rahmi Koç’un Takvim’i “defterden silmesine” neden olan haberleri bulduk. Gezi eylemleri sırasında eylemcilere kapısını açan ve yaralıların tedavi edilmesini sağlayan Divan Otel, Koç Grubu’na ait. O süreçte Takvim, otelde cephanelik olduğunu iddia edecek kadar ileri giden haberleriyle dikkat çekmişti. Gazete ayrıca 18 Mart 2014’te “Rahmi Koç STV’ye ortak olmak istedi” başlıklı bir haber yayınlanmıştı. 30 Mart yerel seçimleri arifesindeki bu haberin, hükümet-Cemaat kavgası sürecinde Koç’u “zor durumda bırakmış olabileceğini” tahmin etmek güç değil. Koç, tüm bu haberleri unutmadı ve Takvim’e reklam vermedi.


İşte o süreç
Fatih Altaylı Sözcü yolunda mı?

Tarih: 12 Şubat 2014

Sözcü yazarı Necati Doğru köşe yazısında Yılmaz Özdil, Enis Berberoğlu, Fatih Altaylı gibi yazarlara seslenerek, “Bir devrimci direniş başlatın! Hepinizin serveti var, açlıktan ölmezsiniz” diyerek bu isimleri gazetelerinden istifa etmeye çağırdı. Kısa süre içinde Özdil ve Berberoğlu gazetelerinden kovuldu. Yeni durakları ise Doğru’nun yazdığı Sözcü oldu. Akıllarda “Sıra Altaylı’da mı?” sorusu belirmeye başlamıştı.

Tarih: 10 Kasım 2014

Akşam gazetesindeki köşesinde Turgay Güler, “Fatih Altaylı ‘Sözcü’ye biletini kesti” başlıklı bir yazı yazdı. Yazıda, “Meselenin özeti şu; Altaylı Sözcü’ye göz kırpmaya başladı” ifadeleri kullanıldı.

Tarih: 11 Kasım 2014

Fatih Altaylı, Habertürk okurlarına kendi köşesinden seslenerek, “Yıllardır doğru düzgün izin yapmadan, zaman zaman haftada 7 gün çalıştım (…) Uzun bir Güney Amerika gezisi yapmak istiyorum (…) Bu ‘uzun tatili’ epeydir planladığım için farklı yorumlamayın lütfen. ‘İzninizi rica ediyorum’ desem yalan olur. Ama ‘affınızı rica ediyorum’ desem doğruyu söylemiş olurum. Şimdilik hoşça kalın” dedi.

Süreç, “Fatih Altaylı, Sözcü’ye gidecek” iddialarını gün geçtikçe kuvvetlendiriyor.



“Algı yönetimine” en taze örnek 
“Ismarlama haberin” zirvesi Mesut Özil’den

Ünlü futbolcu Mesut Özil’in menajerliğini geçen yıla dek babası Mustafa Özil yapıyordu. Ancak ne olduysa oldu ve baba-oğulun arası açıldı. Bunun üzerine baba, oğluna alacakları olduğu gerekçesiyle dava açtı. Bu Türkiye medyasında geniş yankı buldu. Aradan 3 gün geçmişti ki, bu kez gazetelerde şöyle bir haberle karşılaştık: “Mesut Özil, Dünya Kupası’nda aldığı primi çocuklara harcadı.” Habere göre Mesut Özil, hasta çocukların ameliyat masraflarını üstlenmişti.

Kuşkusuz bu ısmarlama bir haberdi, algı yönetimi yapıyorlardı. “Celebrity”ler, yani ünlü isimler, birey olmanın dışında birer marka ve yatırım alanı olarak görülüyorlar. Ayakkabı, giyim vs. şirketleri şöhretlere sponsor olurken, aslında yatırımlarını onların yetenekleri kadar bireysel özellikleri ve kişiliklerine de yapıyorlar. Yayınlanan ilk haberler “Babasına para koklatmayan, paragöz ve vefasız adam” algısına neden olabilirdi. Bu da sponsorlar için para kaybı ihtimalini ortaya çıkarıyordu. Bunun üzerine Özil’in sponsorları ve menajeri anlaşılan o ki, harekete geçti. Bu durumda yapılması gereken ilk şey “Özil vefalı, iyi kalpli, parayı da zaten hayır işlerine ayıran biridir” algısını yaratmaktı. Özellikle Türkiye’de daha hassas sayılabilecek “baba-oğul” olgusunda yaratılan sarsıntı için de bir başka imaja ihtiyaç vardı, o da çocuklardı… Mesut Özil belki gerçekten çocuklara yardım etmiştir, ama bu haberin bugün ortaya çıkması tesadüf değil. Algımızla oynuyorlar, uyanık olmak gerek…


Aynı hata haftalarca tekrarlanır mı?
Taraf’a bir redaktör şart

Gazetecilik doğası itibariyle hıza karşı yarış verilerek yapıldığı için hataya düşmenin en kolay olduğu iş alanlarından biri. Dikkatli bir okuma ile herhangi bir gazetede, bir günde onlarca imla, noktalama, mantık hatası bulunabilir. Bu tip hataları “Medyanın Şifreleri”ne çok dâhil etmiyoruz, zira hızlı olma mecburiyeti ve dikkatsizlik nedeniyle benzer hataların en vahimlerini bazen bizzat “Medyanın Şifreleri”nde yapabiliyoruz. Fakat Taraf’ta bir hata haftalardır öyle ısrarla tekrar ediliyor ki, yazmadan edemedik.

Taraf, abone olan okurlarına bir kitap seti hediye ediyor. Bunun ilanı da gazetede yarım sayfa olarak büyük puntolarla yer alıyor. Trajiktir ki, Taraf, abonelerine dağıttığı kitapların yazarlarının adını doğru yazamıyor ve bu hata, belirttiğimiz gibi haftalardır sürüyor.

Taraf, okurlarına bir “Schopenhaur” kitabı verdiğini belirtiyor ama o yazarın adında bir de “e” harfi var, doğrusu “Schopenhauer…” Dağıtılan bir diğer kitap ise “Thomos More”a ait ama More’un adı “Thomos” değil, “Thomas”. Tarafçılar isimlerin nasıl yazıldığını bilmiyor olabilir, ancak en azından bu isimleri “Google’layabilirlermiş.” Google onlara “Bunu mu demek istediniz?” diyerek doğruyu gösterirdi…


Medyada bir garip moda
“Stalin mi, çakarım bi dal”


Sovyetler Birliği’nin lideri Josef Stalin, yanlışları ve doğrularıyla tarihteki yerini almış bir siyaset adamı. Stalin’in politikalarına kimileri büyük değer atfedebilir, kimileri de onu eleştirip bazı kararları nedeniyle suçlayabilir. Ancak tüm bunlar tarihsel bir temele ve gerçekliğe oturtulduğu zaman anlam kazanıyor. Son dönemlerde Stalin’le ilgili öyle haberler yayımlanıyor ki; haber başka bir şey söylemesine rağmen editoryal tutumlar haberlerin manipülasyonu haline geliyor. 11 Kasım’da Zaman’da yayımlanan haberin başlığı, “Stalin, uçağa binmekten korkuyordu” idi. Ancak haberde bu “korkuya” dair herhangi bir bilgi olmadığı görülüyor. Haberde Stalin’in bir uçağa bineceği ancak hava kuvvetleri yetkililerinin engellemesi nedeniyle binmediği, ardından da uçağın düştüğü yazılıyor. “E hani korku?” sorusuna cevap aramak da beyhude oluyor…



Hakan Güngör 
gungorhakan@yandex.com

İnsan ömrünü geriye doğru da uzatan semt: Galata

KANTİN

İstanbul’un tarihi semtlerinden Galata, asırlara meydan okuyan yapılarıyla ünlü. Türkiye’nin ilk Ermeni halk okulu, İstanbul’un ilk Mevlevihanesi ve camileriyle tarihin nefes aldığı semtlerden olan Galata’ya mercek tuttuk. 1960’lı yıllarda yayınlanan Hayat Tarih dergisinin mottosu olan “Tarih okumak insanın ömrünü geriye doğru uzatır” sözünü doğrularcasına, Galata’nın tarihi yapılarını gezdik ve öğrendiklerimizle, yüzlerce yıllık kısa bir gezintiye çıkmış olduk


Türk Ortodoks Merkez Meryem Ana Kilisesi - Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi

Türk Ortodoks Patrikhanesi, 1922’de Fener Rum Patrikhanesi’nin gücünü azaltmak için kurulmuş. Patrikhanenin toplam 3 kilisesi bulunmakta. Bunlar: Meryem Ana Türk Ortodoks Kilisesi, Aziz Aya Nikola Kilisesi ve Aziz Aya Yani Kilisesidir. Bu üç kilise, Milli Mücadele yıllarında Türk Ortodokslarının eline geçmiş ve o tarihten beri Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin kontrolünde. Ayrıca cemaati bulunmayan Türk Ortodoks Patrikhanesi, hiçbir kilise ve patriklik tarafından tanınmıyor.

Adres: Ali Paşa Değirmeni Sokak Karaköy









Özel Getronagan Ermeni Lisesi

Müdire Silva Kuyumcuyan Margosyan:

İlk Ermeni halk okulu olan Getronagan Ermeni Lisesi 1886’da açılmış. Ben burada 34 yıldır müdire olarak görev yapıyorum. Buranın açılma amacı düşünür ve Anadolu’daki Ermeni okullarına öğretmen yetiştirmek. Getronagan’ın Türkçe anlamı “merkez.” İstanbul’un merkezindeyiz ve hem bu yakadan, hem de karşı yakadan öğrenci alabiliyoruz.

Adres: Hacımimi Mahallesi 34425 Beyoğlu









Kılıç Ali Paşa Camii

İmam Birol Akça:

Kılıç Ali Paşa Camii imam hatibiyim. Yaklaşık bir buçuk senedir bu camideyim. Kılıç Ali Paşa 1571 ile 1587 yılları arasında 16 yıl Kaptan-ı Derya olarak görev yapmıştır. Kılıç Ali Paşa Camii, 1581 yılında Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. Bu caminin en önemli özelliği ise deniz üzerine kurulan ilk cami olmasıdır. Türbe, medrese, hamam ve bir de külliyesi vardır. 2011 yılında hem hamam hem de cami restore edilmiştir.

Adres: Kemeraltı Caddesi Sakızcılar Sokak No:9 Karaköy






Galata Mevlevihanesi

Görevli İsmail Yıldırım:

Orijinal adı Kulekapı Mevlevihanesi’dir. İskender Paşa’nın Galata’daki arazisi üzerine 1491’de kuruldu. İstanbul’un ilk Mevlevihanesi olan Galata Mevlevihanesi 1975 yılında halkın ziyaretine açıldı. Yüzyıllardır musiki ve bilime ev sahipliği yapan; Semahane, derviş odaları, mahfiller olmak üzere üç geniş bölümü bulunan Mevlevihane’de, günümüzde özel etkinliklere de yapılıyor.

Adres: Şahkulu Mah. Galip Dede Caddesi, Beyoğlu









Sıla Ağgül & Ela Emeksiz 
sila.aggul@hotmail.com 
elaemeksiz@gmail.com

26 Kasım 2014 Çarşamba

Bu bienal kartpostal attıracak

İstanbul Tasarım Bienali kapsamında unutulmaya yüz tutan kartpostallar tekrar hayatımıza girecek. Bienal’in teması ise, “Gelecek artık eskisi gibi değil” olarak belirlendi 

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 2. İstanbul Tasarım Bienali, 1 Kasım’da kapılarını sanatseverlere açtı. Bienal’de bu yıl, “Gelecek artık eskisi gibi değil” başlığı altında, “Şu anda gelecek nedir?” sorusunun yanıtı aranacak. 
Bienal kapsamında sosyal medya ve özellikle Facebook’a karşı eleştiriler getiriliyor. Sosyal medyanın bireyi duygusuzlaştırdığı ve samimiyetini fakirleştirdiği konseptli kartpostallar tasarlandı. Bu kartpostallar Bienal boyunca sanatseverlere ücretsiz olarak dağıtılacak. Dağıtılan kartpostalların sanatseverler tarafından postalanması konusunda da yardımcı olunuyor. Bienal alanında bulunan posta kutusuna sanatseverlerin attığı kartpostallar, belirtilen adreslere gönderiliyor. Bununla insanların sosyal medya öncesi samimiyetinin tekrar kurulması hedefleniyor. Kartpostallarda dünyaca ünlü fotoğrafçıların fotoğrafları da yer alıyor.

“Ek-Biç Bahçesi” kuruldu

Bienal kapsamında faaliyete geçen ve katılımcılara kendi sebze ve meyvelerini üretmeleri için olanak sağlayan “Ek Biç Bahçesi”nin, Bienal’in ardından da süreceği açıklandı. Taksim, Gümüşsuyu Caddesi üzerindeki bir binanın bu proje için hazırlanmakta olduğu açıklandı. 5 katlı binanın her katında ayrı bir bitki yetiştirilecek. Bir katında da bu bitkilerden yemekler yapılacak. Ucuz ve organik bitkiler yetiştirme yöntemlerinin de öğretileceği proje kapsamında, katılımcılara evlerinde ve balkonlarında bitki yetiştirme metotları öğretilecek. 
Bienal’de akademi programı, atölye çalışmaları, tasarım yürüyüşleri, yaratıcı film kuşağı, seminer ve paneller gibi etkinlikler de gerçekleştirilecek.




Faruk Aydıner
sailor-universe-heart@outlook.com

Shuttle kaptanımız net konuştu:

Şehir hatları falan dinlemem, denizde kararı ben veririm

Bahçeşehir Üniversitesi’nin Beşiktaş-Karaköy arasında çalışan “shuttle”ının kaptanı Turgay Yılmaz,10 yıldır gemicilik yapıyor. Son olarak iki yıl deniz takside görev yaptıktan sonra Bahçeşehir Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. Bir kaptan olarak fırtınalı havalarda sorumluluk almaktan asla çekinmeyeceğini vurgulayan Turgay Kaptan, teknenin dalgalar yüzünden fazla sallanması nedeniyle korkanlara ise sohbet ederek dikkatlerini dağıtmalarını önerdi

Bu işe nasıl ilgi duydunuz? Ailenizde denizle uğraşanlar var mıydı? 

Hayat şartları beni denizciliğe götürdü. Tabii, Karadenizli olmanın etkisi de var. Rizeli’yim ve küçük yaştan itibaren denizle, teknelerle, gemilerle iç içeydim. Dayılarım da denizle uğraşıyordu.

Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerinin en çok merak ettiği soru şu, yüzme biliyor musunuz?

Çok iyi yüzerim, hatta “Yüzme benim işim” diyebilirim. Zaten şu da var, yüzme bilmesem burada ne işim var? Dört insanın hayatını kurtardım ben denizde. İzmir’de çalışırken, o zamanlar daha kaptan değil gemiciydim, bir kişi intihar etmeye kalktı. Kendini denize attı. O sırada ben de gördüm ve denize atladım, kurtardım onu. Bu olayın aynısı bir kere daha oldu. Diğer kurtardıklarım denizde çok açılınca boğulma tehlikesi yaşayan insanlardı.



Teknenin çok sallanması nedeniyle korkanlar var. Endişelenen arkadaşlarımıza tavsiyeleriniz var mı?

Korkan arkadaşlarımıza, dışarı çıkmalarını ya da yanlarındaki arkadaşlarıyla sohbet etmelerini öneriyorum. Çünkü sohbet ettiklerinde sallantıya odaklanmıyorlar. Zaten seferler kısa olduğu için genelde herhangi bir sorun yaşanmıyor. Sallanmayan tekne yoktur aslında, bu tekne hafif olduğu için en küçük dalgada sallanıyor ama çok sağlam bir teknedir. Herhangi bir sorun yaşanmaz. Zaten Boğaz’da sorun yaratacak bir hava olmuyor.

İşin en kötü tarafı trafik Ne tür havalarda tekne seferleri iptal ediliyor?

Sisli, lodoslu havalarda tekne kullanamazsınız. Zaten sert havalarda Şehir Hatları seferleri iptal ediyor ama kaptan olduğum için tehlikeli bir durum görürsem Şehir Hatları’nı dinlemem, ben iptal ederim. Dinlemem derken, onların herhangi bir açıklama yapmasını beklemeden, inisiyatif alırım demek istiyorum.

Öğrencilerden memnun musunuz? Tekneyi kirletenler, gürültü yapanlar oluyor mu?

Günde ortalama elli öğrenci servisi kullanıyor. Hepsinden çok memnunum. Tekneye geliyorlar, sohbet ediyoruz onlarla. Hiçbiri tekneyi kirletmiyor, rahatsız etmiyorlar. E zaten öğrenci dediğin gürültü yapar, ses yapmayan öğrenci mi olur? Bu tekne onlara adanmış, onların teknesi.

Bu işin en tatsız kısmı nedir?

Beşiktaş-Karaköy deniz hattında trafik çok yoğun. Bu nedenle Karaköy’e gelirken zorluklar olabiliyor. Telsiz kullanmayı bilmeyenler çok büyük sıkıntılar yaşar burada. Denizde iletişim çok önemlidir.

 
Işıl Yumuşak 
Dilara Ekşi 
isiliyum@hotmail.com 
dilara_dde@hotmail.com

Yarı zamanlı iş, tam zamanlı eğitim

Dersler, sınavlar ve ödevlerin dışında bir de iş hayatına atılmış olan öğrenciler, okulla iş hayatını birlikte sürdürmenin zorluklarını Yeni Sayfa’ya anlattı



Nazlıcan Arslan - Hukuk / Garson
 

Nazlıcan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde 2. sınıf öğrencisi. Üniversite okumaya İstanbul’a gelmiş ve kendi ayakları üzerinde durmak istediği için çalışmaya başlamış. Şu an Karaköy Karabatak Kafe’de çalışan Nazlıcan daha önce kasiyerlik yapmış fakat yoğun çalışma saatleri okulunu aksatmasına neden olmuş. Nazlıcan Karabatak’ta haftada iki gün çalışıyor ve bu durumun onu zorlamadığını söylüyor. Çalışıyor olmasının zaman zaman arkadaşlarıyla görüşmesine engel olduğunu belirtiyor. Ama buna rağmen çok mutlu olduğuna değiniyor çünkü insanın kendi parasını kendisinin kazanmasının çok başka bir duygu olduğuna inanıyor. Kendi kazandığı parayı yönetmeyi de öğrendiğini belirten Nazlıcan, bunun eşsiz bir tecrübe olduğunu düşünüyor.





Sermet Kılıç - Reklamcılık / Kitap fuarlarında satış elemanı

23 yaşında olan Sermet, 2011’de Adana’dan İstanbul’a gelmiş. Bahçeşehir Üniversitesi Reklamcılık Bölümü 1. sınıf öğrencisi olan Sermet birçok işte çalışmış. Garsonluk, kasiyerlik, kitap fuarlarında satış elemanlığı yapmış. Çalıştığı zamanlarda okula çok sık devam edemeyen Sermet, okul ve iş arasında kaldığını belirtiyor. Çalıştığı gün sorun olmasa bile ertesi gün çok yorulduğunu, bu yüzden ertesi gün okula gidemediği söylüyor. Çalışmanın, özgüvenini de arttırdığını kaydeden Sermet, “Kendi paramı kazanıyor olmak özgür hissetmemi sağlıyor” diye konuşuyor.








Gizem Öney - Sinema ve Televizyon / Habertürk

22 yaşında olan Gizem, Bahçeşehir Üniversitesi’nde 3. sınıf Sinema-TV öğrencisi. Gizem, Habertürk TV’de reji bölümünde çalışıyor. Bahçeşehir Üniversitesi’nin Habertürk ile yaptığı anlaşma ile Habertürk’te görev alan öğrenciler arasında olan Gizem, daha önce iş deneyimi olmadığını söylüyor. Zaman konusunda bir sıkıntısı olmayan ve haftanın 3 günü saat 09.00 ila 18.00 arasında çalışan Gizem, çalışma saatlerinin sınav döneminde yeniden düzenlendiğini belirtiyor. Habertürk’te çalışmanın ona çok şey kattığını belirten Gizem, okulda bu işin teorisini öğrendiğini, Habertürk’te ise bu teoriyi pratiğe dökebildiğini belirtiyor. Gizem, aynı zamanda televizyon sektöründeki insanları da yakından tanıma imkânı bulduğu için mutlu olduğunu söylüyor.



Serkan Ay - İktisat / Şef

Serkan, Ege Üniversitesi’nde İktisat okuyor. Aşçılık yapan Serkan, haftanın 6 günü ortalama 9 saat çalışıyor. Tek sıkıntısının yeterince uyuyamamak olduğunu söyleyen Serkan, çalışmaya beş yaşında su satarak başlamış. Daha sonra 7 yıl camcılık, 1,5 yıl bar işletmeciliği yapmış. Serkan, 3 yıldır Karaköy’deki Dem Kafe’de şef. Çalışmanın onun iletişim becerilerini ve yöneticilik vasıflarını kuvvetlendirdiğini düşünüyor.








Sinan Özalp - Elektronik Müh. / Garson

Sinan, dört yıl Kadir Has Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde okuduktan sonra çizime olan ilgisinden dolayı güzel sanatlar sınavına hazırlanmaya karar vermiş. Haftanın 6 günü, günde 10 saat çalışan Sinan, boş saatlerinde çizim yapıyor. Okul hayatı süresinde zaman zaman part-time olarak tasarım işinde çalışmış olan Özalp, şu an Karaköy Dem Kafe’de garsonluk yapıyor. Çalışmayı sevdiğini ve yaptığı işten zevk duyduğunu söyleyen Sinan, okurken çalışmanın yeni insanlar tanımasını ve sosyal çevresinin gelişmesini sağladığına inanıyor.










Diser Saka - Halkla İlişkiler / Tanıtım

19 yaşında olan Diser, Bahçeşehir Üniversitesi’nde Halkla İlişkiler okuyor. Okurken bölümüyle ilgili tecrübe edinebileceği bir işte çalışan şanslı öğrencilerden biri olan Diser, bir firmanın tanıtımını yapıyor. Part-time olarak çalışan Diser haftanın 4 günü işe gidiyor. Genellikle 13.30 – 18.00 arasında çalışıyor ama dersleri veya sınavları olduğunda bu saatler değişiyor. Diser daha önce garsonluk da yapmış. Çalışmanın daha fazla insan tanımasına yardımcı olduğunu, bu sebeple geleceğe yatırım yaptığını düşünüyor.









Işıl Yumuşak - Dilara Ekşi 
isiliyum@hotmail.com 
dilara_dde@hotmail.com

25 Kasım 2014 Salı

“Şehir”, otokontrolle ikna yolu arasında bir yerde!

Son yıllarda özelleştirme ve sansür tartışmalarıyla gündemden düşmeyen Şehir Tiyatroları yeni sezona yeni yönetimle başladı. Repertuar da yeni yönetimle birlikte değişikliğe uğradı

Perdelerini 8 Ekim’de açan Şehir Tiyatroları, 17 Kasım’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan özel bir geceyle de 100. yaşını kutladı. “Yeni Türkiye’ye Yeni Tiyatro” diyerek yola çıktıklarını belirten yeni Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu 2 ay önce koltuğu istifa eden Hilmi Zafer Şahin’den devralmıştı.Verdiği demeçlerde baskılara karşı duracağını hatta baskı girişimlerini ikna yoluyla delip geçeceğini belirten Yazıcıoğlu, aynı zamanda sanatçılara otokontrolü öğreteceğini de iddia etti. Ancak özellikle otokontrol vurgusu ve değişmeyen yönetmelik, kafalarda Şehir Tiyatroları’nın yeni dönemine dair bazı kuşkular uyandırmıştı.

1 Ekim 2014 günü açıklanan sezon programında 16 oyunun repertuardan kaldırılmış olması kuşkuları güçlendirirken, Zengin Mutfağı gibi geçen sezonun tartışmalı siyasi oyunlarından birinin devam etmesi de umut verici bulundu. İşte repertuardan çıkarılan ya da ilk kez seyirci karşısına çıkacak oyunlar:

Repertuardan çıkarılanlar:

Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Lysistrata, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Kösem Sultan, Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye, Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi, Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum, Toros Canavarı, Kes ve Kaç, Yuvaya Dönmek, Perşembenin Hanımları, Yüzleşme, Dar Ayakkabıyla Yaşamak, İsimsiz, Buluşma Yeri, Büyünün Gözleri.

Yeni oyunlar:

Çürük Temel (Engin Alkan), Lillian (Orhan Alkaya), Kerbela (Ayşe Emel Mestçi), Cibali Karakolu (Nedret Denizhan), On iki Öfkeli Adam (Arif Akkaya).



Can Aydoğan 
aydogan.can95@gmail.com

Bir hoca/Bir öğrenci:

Türkiye’de yayınlanmış olan en iyi romanlar

“Türkiye’de yayınlanmış olan en iyi romanlar sizce hangileridir?” sorusunu İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kaya Akyıldız’a ve öğrencisi Buket Onaran’a sorduk. İşte iki ismin yanıtları

Farklı fakültelerden bir öğretim elemanı ve öğrencisine çeşitli konularda “Türkiye’nin enleri”ni soruyoruz. Bu haftaki konumuz, en iyi romanlar.

Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kaya Akyıldız

Murat Uyurkulak - Tol

Murat Uyurkulak’ın Tol romanında “yetenek gösterme gayreti olmadığını” belirten Akyıldız, “Yazar sanki yazı yazmamış, kusuyor gibi. Dağlanmış ve bize bir şeyler anlatıyor” diyor. Yazarın okuyucuya kaybeden bir karakteri anlattığını hatırlatıyor ve ekliyor: “Yazar, tasvir ettiği dünyanın ne kadar felaket ve kötü olduğunu anlatıyor. Aslında bu dünya içinde yaşadığımız toplum ve dünya. Bunu göstermesi benim açımdan çok önemli. Bu kitapta bir öfke var ama bir süre sonra bu öfkesini de sürdüremiyor gibi. Zaten kaybettiğini bildiği için anlatmaya başlıyor.”

Haydar Karataş - Gece Kelebeği

“Bu kitabı her okuduğumda yazarın yarattığı dünya, beni kendisine çağırıyor” diyen Akyıldız, yazarın bahsettiği dünyayı nükleer savaş sonrasına benzetiyor; her şeyin yok olması, insanların açlık ve yokluk çekmesi... Akyıldız, “Herkes aslında durumun ne kadar kötü olduğunu anlatabilir. Haydar Karataş bu durumu, bu dünyayı bana hissettiriyor. Yazarın kullandığı dil bunu sağlıyor” diyor. Dersim olaylarının trajedisine dikkat çeken Akyıldız, romanın güçlü olmasının bu acılara ayna tutmasından kaynaklandığını belirtiyor ve “Nasıl insanlar olduklarını anlatıyor ve öyle anlatıyor ki bildiğimiz tarihsel hakikatin ötesine geçiyor. Romanın dili de müthiş” diye konuşuyor.

Sevgi Soysal - Yenişehir’de Bir Öğle Vakti

Akyıldız, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nde belki de ilk defa kadınların konuşturulduğunu gördüğümüzü söylüyor: “Daha önce başkalarının konuşturmayı başaramadığı biçimde bir konuşturma bu. Bu bakımdan önemli bir roman. Bambaşka bir dünyaya giriyorsunuz. Yazar bunu başarmış.”

Bilge Karasu - Gece

Romanın akla genellikle 12 Eylül sonrası Türkiye’yi getirdiğini belirten Akyıldız, “İnsanların neler yaşamış olduğunu gösteriyor bu roman. Okuyanı bu dünyanın içine sokuyor. Kapalı bir metin olmayı başardığı için anlam yüklemeye uygun bir roman” ifadelerini kullanıyor. Akyıldız, “Bilge Karasu’nun anlatımı kişiye daha fazla bağlantı ve ilinti kurma fırsatı tanıyor. Buna çok elverişli bir metin” diyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar - Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Akyıldız, böyle bir listeye Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mutlaka girmesi gerektiğini düşünüyor. Türkiye’nin bitmeyen gerilimlerinin sürekli romanlarda karşımıza çıktığını ve aslında klişe bir anlatımla çıktığını belirtiyor. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde bu gerilimler basit bir ‘ikili karşıtlık’ olarak işlenmiyor, düşünülmüyor. İkili düşünüşün ötesinde bir yazı var” diyen Akyıldız, romanın bedenlerle de alakalı olduğunu ekliyor. Akyıldız, Tanpınar’ın Sigmund Freud’dan etkilendiğini düşünüyor: “Bir toplum nasıl akıl sağlığı tehlikeye girmiş bir toplum haline gelir? Modernlikle karşılaşıldığında ne olur? gibi sorular üzerinde düşünmeye çalışıyor roman.”

Sosyoloji Öğrencisi Buket Onaran

Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna

“Kürk Mantolu Madonna”da yazarın objektif bir yaklaşımı olduğunu belirten Onaran: “Bu objektif yaklaşımlar sebebiyle romanı başarılı buluyorum. Dönemin toplumsal özelliklerini birebir yansıtıyor, bu da romanı başarılı kılıyor” diyor.

Nazan Bekiroğlu - Nar Ağacı

Onaran, romanın Balkan Savaşı döneminde başlayıp 1. Dünya Savaşı’na kadar devam eden bir öyküyü anlattığını hatırlatıyor. Hem tarihsel olması, hem de aşkı tüm ayrıntılarıyla işlemesi sebebiyle başarılı bulduğunu belirtiyor ve “Roman farklı inançlara da yer veriyor” diyor.

Recaizade M. Ekrem - Araba Sevdası

Onaran, Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası kitabını II. Abdülhamid dönemindeki toplumsal ve sosyal özellikleri anlatıp eleştirel bir bakış açısıyla yansıttığı için başarılı bulduğunu söylüyor.

Mehmet Rauf - Eylül

Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı olan Eylül için Onaran, “Kadın ve erkeğin toplumsal rollerini anlatan bir kitap” diyor. İlk psikolojik roman olması sebebiyle önemli bulduğunu belirtiyor.

Orhan Pamuk - Cevdet Bey ve Oğulları

Onaran, Pamuk’un ilk romanı olan Cevdet Bey ve Oğulları için üç kuşağın bir arada anlatıldığına değiniyor. Onaran, “Türkiye toplumunun batılılaşma ile karşı karşıya kaldığındaki durumunu panoramik bir biçimde anlatıyor. Bu sebeple benim için önemli” diyor.




Mete Aker 
meteaker@hotmail.com

Kışla birlikte gelen büyük ikilem: Antibiyotik mi alalım, sarımsak mı kokalım?

Havaların soğumaya başlamasıyla ortaya çıkan enfeksiyon ve ateşli hastalıklarla beraber yanlış antibiyotik kullanımı uzmanları korkutuyor


Yüksek miktarda ve yanlış tüketilen antibiyotik, vücuttaki zararlı mikropları dirençli hale getirirken, faydalı mikropları da etkisiz hale getiriyor. İnsanlar antibiyotikleri bilinçsiz bir şekilde, vitamin kullanır gibi kullanıyor. Antibiyotiklerle ilgili bilinmesi gereken yanlışlar ise şunlar:

Antibiyotikler yalnızca bakterileri etkiliyor, virüslere bağlı enfeksiyonları tedavi edemiyor. Ateş düşürmüyor, sadece uygun doz ve şekillerde kullanılan antibiyotikler, hastalığın kaynağı olan enfeksiyonu geçirdiği için ateş düşüyor. Soğuk algınlığı ve grip gibi kendi kendine iyileşen hastalıklarda antibiyotik kullanımı gerekmiyor. Antibiyotikler ağrıyı dindirmiyor, burun akıntısını ve öksürüğü hafifletmiyor. Grip ve soğuk algınlığının başkalarına bulaşmasını engellemiyor. Doktor tavsiyesi olmadan kullanılan antibiyotiğin etkisi olmuyor. Yanlış kullanıldığında ise hızla direnç gelişiyor.

Yanlış ilaç kullanımı konusunda, toplumu bilinçlendirmek amacıyla Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından kurulan www.akilciilac.gov.tr ‘ye göre, 2011 yılında düzenlenen yaklaşık 440 milyon reçeteden %13 kadarı antibiyotik içerikli reçeteden oluşuyor. Bu konuyla ilgili Doç. Dr. Nilay Çöplü’ün yaptığı çalışmalara göre antibiyotik reçetesi yazan doktorların ve antibiyotik kullanma alışkanlıkları olan hastaların talep ve tutumları gösteriliyor.

Araştırmalardan çıkan sonuçlara göre, reçetelerine antibiyotik yazılan hastaların şikâyetlerinde ilk üç sırayı yüksek ateş, idrar yolu enfeksiyonları ve boğaz ağrısı alıyor. Hastaların genellikle evlerinde antibiyotik bulundurma alışkanlığına sahip olduğu ve doktorlarlara antibiyotik ilaç yazdırma konusunda ısrarcı olduğu sonucuna varılıyor.

Uzmanlar, grip ve yüksek ateş gibi soğuk havalarda artan hastalıklara karşı doğal antibiyotik olan sarımsak ve diğer yardımcı vitaminleri içeren besinleri öneriyor. Antibiyotik özelliğinin yanı sıra A, C, P ve B vitaminleri ile kalsiyum, magnezyum, potasyum, çinko fosfor ve demir minerallerini de içeren sarımsak birçok ateşli hastalığın tedavisinde de yardımcı oluyor.

Yumurta, peynir, balık gibi gıdaların yanı sıra güneş ışığından da oldukça fazla alınan D vitamininin, pek çok enfeksiyonunun gelişme aşamasında engelleyici rolü olduğu biliniyor. Eksikliğinde ise, sık sık tekrarlayan enfeksiyonlara neden olabiliyor. Ihlamur, kuşburnu, papatya, ada çayı, ginseng gibi bitkisel çayların da bu tarz kış hastalıklarına karşı koruyucu özelliği bulunuyor.

*BAU Yeni Medya öğrencileri Melis Kürkçü, Ali Özkun ve Güray Kaptan’ın haber blogu 

                                                                                                      yaziyoryaziyoor.blogspot.com.tr *

Edebiyatçılarımıza bu mezarlar reva mı?

Abdülhak Hamit Tarhan, Falih Rıfkı Atay, Muhsin Ertuğrul ve Ümit Yaşar Oğuzcan gibi edebiyat ve sanat dünyasına damga vurmuş isimlerin Zincirlikuyu’daki mezarları bakımsızlığa terk edildi

Mezarlığın bahçıvanlarından Mürsel Uzun, mezarların bakım ve onarımlarının İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapıldığını ancak çiçek ekimi ve devamlı bakımın yapılması için mezar sahiplerinin belirli bir ücret ödemesi gerektiğini belirtti. Kime ait olduğu anlaşılamayan mezarlara, özel bakım yapılması gerektiğini söyleyen Uzun, “Yakınları için ziyarete gelen insanlar, edebiyatçıların mezarlarını soruyorlar. Ben de gösteriyorum. Ama mezarlıkların isimleri görülmediği için insanlar hangi edebiyatçının nerede yattığını bana soruyor” dedi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi ve cumhuriyetin ilk yıllarında eserler veren ünlü şair, Abdülhak Hamit Tarhan’ın mezarı Zincirlikuyu Mezarlığı’nın girişinde bulunuyor. Tarhan’ın mezarı, Zincirlikuyu Mezarlığı’nın ilklerinden biri. Mezarda şairin ismini görebilmek için üstündeki yaprakların temizlenmesi gerekiyor. Mezar taşında doğum, ölüm tarihleri ve en önemli eserlerinden biri olan Makber şiirinden iki mısra yer alıyor. Fakat mezar taşını görebilmek için mezarın üstüne çıkılsa bile kurumuş dallardan dolayı tarihleri ve mısrayı görebilmek mümkün değil.
Şiir hayatına 1940’da Yedigün şairleri arasında başlayan ve toplam 50 kitaba sahip olan Ümit Yaşar Oğuzcan şiir plakları, şarkı sözleri ve yergileriyle tanınıyordu. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda yer alan mezarının üzerindeki mermerde yazan dörtlük silinmeye yüz tutmuş durumda. Şairin isminin bulunduğu mermer ise toprak ve yapraklarla örtülü olduğundan görülemiyor.

Ölümünün üzerinden 35 yıl geçen Muhsin Ertuğrul’un mezarı ise tanınmayacak halde. Ünlü sinemacı ve tiyatro yazarının mezarını bulabilmek bile neredeyse mümkün değil.

Cumhuriyet döneminin en etkili gazetecilerinden olan Falih Rıfkı’nın mezarı da diğer ünlü isimlerinki gibi bakımsız ve yapraklarla örtülü halde. Mezar taşının kime ait olduğu anlaşılmıyor.
*BAU Yeni Medya öğrencileri Damla Aydemir, Hazan Celhunz ve Hakan Güngör’ün haber blogu



istanbulhaberservisi.blogspot.com.tr *


E-postanız sorulunca başınız öne eğilmesin

E-posta adresleri hem iletişim, hem de iş başvuruları açısından kritik bir önem taşıyor. E-postaların “gayri ciddi” olması ya da kolay telaffuz edilememesi kimi zaman ciddi zorluklara yol açabiliyor

“Doğru mail adresi” hem kolay anlatılabilir, hem de akılda kalıcı olmalı. Örnek vermek gerekirse, resmi bir yere ve ya iş başvurusuna bulunulduğunda “crazy_boy@mail.com” gibi bir e-posta adresi, karşı taraf için olumsuz durumlar yaratabilir. Hatta o kişi sadece e-posta adresinin özensizliği yüzünden geri çevrilebilir.

E-posta adresinin iyisi/kötüsü

Takım isimleri, memleket, doğum tarihi, fazla rakam, depresif aşk kelimeleri, üst üste noktalama işaretleri, ünlülerin isimleri gibi unsurları taşıyan e-posta adreslerini başarısız olarak nitelendirebiliriz. Örneğin bir görüşmede tuttuğunuz takımın, memleketinizin ve ya doğum tarihinizin bir yararı olmayacağı gibi zararı da olabilir.

“yusuf_ince_fb-_-@mail.com” ve ya “yusuf_1234-sinoplu_serseri@mail.com” gibi absürd örneklerin yanı sıra “y-u-s-u-f_i-n_c-e@mail.com” gibi örnekler de var. Son örnekteki gibi bir adresi forma doldururken veya telefonda anlatmaya çalışırken yaşanılacak zorluğun yanı sıra yanlış anlaşılma riski de doğuyor.

En iyi e-posta adresi ad ve soyaddan oluşur. En kolay test yöntemi de telefon konuşması esnasında e-posta adresini vermektir. Çok sayıda rakam ve noktalama işaretinin bulunduğu adresleri karşı tarafın anlaması güçleşir. İsim benzerliklerinden ötürü herkesin “adsoyad@mail.com” alma imkanı olmadığından; “yusufince” “inceyusuf” “yusuf.ince” “ince.yusuf” “y.ince” örneklerindeki gibi, farklı seçenekler deneyerek daha güzel ve daha profesyonel gözüken bir e-posta adresine sahip olabiliriz.




Nokia N1’de dağ fare doğurdu



Nokia, bünyesinde bulundurduğu akıllı cihazlar ve servisler birimini Microsoft’a sattıktan sonra, akıllı mobil araçlar pazarına yeni bir cihaz ile geri dönüş yaptı. Nokia`nın Microsoft’a devir sonrasında piyasaya sürdüğü bireysel kullanıcılara yönelik ilk mobil cihaz, “Slush 2014” etkinliğinde tanıtıldı. Android tabletin iPad Mini serisine olan benzerliği büyük tartışma yarattı.

Nokia N1’in kılıfı, Apple’ın Smart Case kılıfının neredeyse birebir aynısı. Konumlandırılan kamerası, buton ve kulaklık girişi ise iPad Mini serisiyle benzerlik taşıyor. Ayrıca hoparlör ızgarası ve “Lightning Port” denen şarj ve veri aktarımı sağlayan kablosu da benzerlik gösteriyor. İkisi de çift taraflı kullanılabiliyor. “iPad Air 2”de kullanılan ve görüntünün daha güzel görünmesini sağlayan lamine ekran teknolojisi Nokia N1’de de görülüyor.

Nokia N1 adındaki Android tablet, 7.9 inç boyutunda ve 2048 x1536 piksel çözünürlüğe sahip. Dört çekirdekli, 64-bit 2.4 İntel Atom Z3580 işlemciye, 2 GB RAM’e, 32 GB dahili hafızaya, 5 megapiksel ön kameraya, 8 megapiksel arka kameraya sahip cihaz 250 dolara satılacak. Nokia N1 ilk olarak Çin’de satışa sunulacak.




Akıllı telefon bağımlıları için yeni bir ürün: NoPhone


Akıllı telefon kullananların sayısı gün geçtikçe artarken teknoloji bağımlılığı da buna paralel olarak daha vahim boyutlara ulaşıyor. Akıllı telefon kullanmanın da bir bağımlılık haline geldiği günümüzde, bu bağımlılıktan kurtulmak için plastikten imal edilmiş “sahte” telefonlar üretildi. Kickstarter üzerinden bağış desteği edinen “NoPhone” projesi mağazalarda sergilenen ve “aptal telefon” diye adlandırılan, vitrinlerde bulunan prototip maketlerden ilham alınarak hayata geçirildi. “NoPhone” 5.5 inch boyuta sahip. 

“NoPhone”un görevi kullanıcıya elinde akıllı telefon tutuyormuş hissi vermek. Böylece kullanıcının, akıllı telefonuna bakma alışkanlığına son vermesi amaçlanıyor. Kullanıcı bu maket modele bağlanıyor fakat telefon herhangi bir şekilde çalışmadığı için radyasyon benzeri bir zarar da vermiyor.

“NoPhone”lar 12 dolar fiyatla ön satış için vitrine çıktı. Arka kısmında bir ayna olan modeli ise 18 dolar. Firma, “NoPhone” üzerindeki aynayı gerçek zamanlı “Face Time” olarak adlandırılıyor. Yoğun ilgi gören ürüne sadece Kanada`da bin 600 ön sipariş geldi. Sevkiyatın ise Aralık ayında başlaması planlanıyor.

4G internet geldi geliyor

Mobil internetin yeni çağı 4G, 2015’te Türkiye’de de kullanılmaya başlanacak. İnternet hızını artıracak olan teknoloji şimdiden heyecan yarattı


Turkcell Teknoloji Zirvesi’nin açılış konuşmasında 2015 yılı içerisinde 4G’nin kullanıma başlanacağını açıklayan Turkcell CEO’su Süreyya Ciliv, bunun için Ulaştırma, Denizcilik Ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan’dan söz aldığını belirtti. Ciliv ayrıca, Turkcell’in 4G altyapısına hazır olduğunu, 5G için çalışmaları sürdürdüğünü söyledi.


4G neler getiriyor?


Çoğu mobil internet kullanıcısının yakındığı bağlantı hızı sorunu 4G teknolojisi ile çözülecek. İnternette dolaşım esnasında veya video izlerken yaşanan vakit kayıpları 4G ile unutulacağa benziyor. Verilerin 100 Mbps’a ulaşan hızlarla telefonlara ulaşmasıyla bir saniyede 10MB’lık dosya indirilebilecek olması mobil internet deneyiminde devrim yaratacak.

Pek çok telefon şimdiden 4G’li


Henüz 4G ülkemize gelmemiş olmasına karşın, satılan telefonların yüzde 40’ı 4G teknolojisini destekliyor. Mobil İletişim Araçları ve Bilgi Teknolojileri İşadamları Derneği Genel Sekreteri Ömer Kavas, üst segmentteki bütün akıllı telefonların 4G desteğinin olduğunu ancak eski cep telefonlarında ciddi bir değişim yaşanacağını belirtti.



Hazırlayanlar:
İsmail Güner - Yusuf İnce
 incey@yandex.com - gunerismail@yandex.com

Arşiv