14 Kasım 2014 Cuma

MMST Ulusal Konferansı

Müzik ve Medya için Ses Teknolojileri (MMST) 3. Ulusal Kongresi sona erdi. Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampusu'ndeki kongre üç gün sürdü. Kongrenin üçüncü gün açılış konuşmasını BAU İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatoş Adiloğlu yaptı. Prof. Dr. Adiloğlu, ses teknolojilerinin müzik ve medya açısından önemine değindi. Açılış konuşmasının ardından gün boyunca ses teknoloileri alanında dünya çapında yapılan güncel araştırmalar kongreye katılanlarla paylaşıldı.

13 Kasım 2014 Perşembe

Yeni Sayfa 4. sayı toplantısı

Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerinin çıkardığı Yeni Sayfa gazetesinin 4. sayısı için hazırlıklar, Yeni Medya Bölümü'ndeki Haber Merkezi'nde 13 Kasım Perşembe günkü haber toplantısı ile sürdü. BAU İletişim Fakültesi Yeni Medya Bölümü Öğretim Görevlisi Mahmut Çınar'ın başkanlık ettiği toplantıda öğrencilerin haber önerileri görüşüldü, görev bölümü yapıldı. Toplantıya, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatoş Adiloğlu da katıldı. Prof. Dr. Adiloğlu, Yeni Sayfa'nın ve öğrencilerin performansından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Prof. Dr. Adiloğlu, dekanlık olarak her türlü desteği sağlayacaklarını vurguladı.

11 Kasım 2014 Salı

Medyanın Şifreleri

Yeni Sayfa’nın önceki sayısını okuyanlar Ahmet Hakan’ı hatırladı, Cumhuriyet’teki bir haberin veriliş biçimi okurlarda şaşkınlık yarattı, Takvim’in tembelliği, Reha Muhtar’ın yanılgısı, Vatan’ın akıl almaz hataları haftaya damgasını vurdu. İşte medya dünyasının satır aralarında karşımıza çıkanlar:


İğneyi kendimize batıralım…
Yeni Sayfa, Ahmet Hakan’a mı özendi?

Hürriyet’in 22 Ekim tarihli nüshasını okuyanlar, gazetede Ahmet Hakan Coşkun’un tam beş fotoğrafını gördü. Yaptığı röportajda üç, CNN Türk’le ilgili haberde bir fotoğrafı olan Coşkun’un, bir de sureti gazetenin ilk sayfasındaydı. Tesadüf bu ya, o hafta çıkan Yeni Sayfa’da da editör arkadaşımız Damla Aydemir’in tam üç fotoğrafı birden vardı. Öyle ki, gazetenin 1, 3 ve 8. sayfalarında Damla’nın fotoğraflarını görenler, “Hayret, acaba neden 2, 5, 6. sayfalarda (ve tabii diğerlerinde de) Damla’nın başka fotoğrafları yoktu?” diye sormadan edemedi. Şahsi kanaatim odur ki, doğru planlama yapılırsa, bir sayıda 10-12 kadar Damla fotoğrafı kullanılabilir, konuyla ilgili gazete yönetimini göreve davet ediyorum.



İnternet icat oldu, köşe yazıları bozuldu
Reha Muhtar, Can Dündar’ı Mevlana sandı

Reha Muhtar, Vatan’daki 23 Ekim tarihli köşe yazısında “İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu... Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim” sözünü, Mevlana alıntısı olduğunu iddia ederek yayımladı. Ancak işin aslı öyle değildi. Bu söz Can Dündar’ın 2008 yılında Esquire dergisi için yazdığı “Hayattan ne öğrendim” başlıklı yazısında yer alıyordu. İnternette sözün Mevlana’ya ait olduğu yönündeki hatalı bilgi, Muhtar’ı yanıltmıştı. Bu yanılgıyı, “İnternet ne ölçüde güvenilir bir bilgi kaynağıdır?” tartışmasında bir argüman olabileceği için not etmiş olalım.


Mesele Aydın Engin mi?
Yalçın gözaltına alındı, Cumhuriyet oralı olmadı

Sözcü gazetesi köşe yazarı ve Odatv’nin imtiyaz sahibi Soner Yalçın, 26 Ekim’de bir davada ifade vermeye gitmediği gerekçesiyle 04.30 sularında gözaltına alındı. Yalçın’ın gözaltısı sosyal medyada büyük yankı uyandırırken, gazeteler olayı tüm ayrıntılarıyla sayfalarına taşıdı. Ancak siyasi duruşu nedeniyle bu habere önem vermesi beklenen Cumhuriyet, habere sadece bir kibrit kutusu kadar yer verdi. Peki, Cumhuriyet deyim yerindeyse neden oralı olmadı? Cumhuriyet gazetesi son dönemlerde kabuk değiştiriyor. Kısa süre önce İbrahim Yıldız’dan boşalan yayın yönetmenliği koltuğuna Utku Çakırözer oturmuştu. Bu süreçte, liberal bir isim olan Aydın Engin, Cumhuriyet’e transfer oldu. Bu transfer Cumhuriyet içinde tartışma başlattı. Gazetenin içindeki “Cumhuriyet liberalleşiyor mu?” tartışmalarını Yalçın’ın sahip olduğu Odatv detaylı olarak haberleştirdi. Cumhuriyet’in Yalçın’ın gözaltı olayını “önemsememesi”, acaba Odatv’nin gazete ile ilgili yaptığı eleştirel haberlerden mi kaynaklandı sorusunu akıllara getirdi. 



 “O nasıl güzergah” demeden edemedik
Takvim’in çektiği ok gülümsetti

Türkiye gündemine son haftalarda damga vuran konu, Kobani’ye koridor açılıp açılmayacağıydı. Nitekim, Irak’tan Kobani’ye Türkiye üzerinden peşmergenin geçmesi için rota çalışmaları başladığında, bu durum gazetelerde kendine geniş yer buldu. Gazeteler genellikle ayrıntılı haritalar üzerinden tahmini yürüyüş rotaları verirken, Takvim peşmergenin Türkiye’ye hava yoluyla geleceğini iddia edip kavisli bir ok çekmekle yetindi. Diğer gazetelerdeki rotalar ve ayrıntılarla karşılaştırıldığında, Takvim’in çektiği ok gülümsemelere sebep oldu.



Haber başka, 1. sayfa başka şey söylüyor
Vatan’da neler oluyor

Vatan’ın son dönemlerde yaptığı yayıncılık öyle bir noktaya geldi ki, insanların “gazetenin genel yayın yönetmenliği görevini yürüten İsmail Turgut Yuvacan, kendi yaptığı gazeteyi okumuyor anlaşılan” diye düşünmesi artık kaçınılmaz hale geldi. Geçtiğimiz haftadan üç örnek verelim: 23 Ekim tarihli gazetede, İspanya’da öğrencilerin LOMCE adlı eğitim yasasına karşı yaptığı eylemin haberi var. Ama LOMCE’nin ne olduğuna dair tek satır yok. Okura “İyi de bu çocuklar bu yasaya neden karşı”nın yanıtını vermiyor gazete. 24 Ekim’de bir kadının tweetinin sosyal medyayı “salladığı” haberleştirilmiş. Kadının fotoğrafı içeride flulaştırılmış. Anlaşılan o ki, kadını hedef göstermek istememişler. Fakat gazetenin 1. sayfasında kadının aynı fotoğrafının daha büyük bir biçiminin, hem de flulaştırılmadan, olduğu gibi yayınlandığı görülüyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? 28 Ekim’de de benzer vahamette bir hata mevcut. Haberde, GS’li yönetici Abdurrahim Albayrak’ın gözlerini sildiği bir fotoğrafın, Albayrak’ın “ağladığı” şeklinde yorumlandığı, ancak aslında sadece yağmur nedeniyle ıslanan yüzünü sildiği belirtiliyor. Başlık da, “Gözyaşı değil yağmur damlası”. Hatta haberde “Albayrak yağmur nedeniyle gözlerini sildiğini belirterek olayı açıklığa kavuşturdu” deniyor. Birinci sayfaya baktığımızda ise aynı görselin altına resim altı olarak şu yazılmış: “Albayrak ağladı”. El insaf, ağlamadığına dair haber yapıp, 1. sayfada ağladı denir mi? Vatan’ın tirajı konusunda verilen rakamdan bir adet çıkarsak iyi olacak. Çünkü görünen o ki, Yuvacan kendi gazetesini okumuyor. 



Tam 10 çalışanı orada!
Sözcü, Aydın Doğan’da hangi hissi uyandırıyor

Hürriyet’in eski yazarları Bekir Coşkun, Rahmi Turan, Emin Çölaşan, Soner Yalçın, Ege Cansen, Saygı Öztürk, Yılmaz Özdil, Enis Berberoğlu. Star el değiştirmeden önce kanalın ana haberini sunan Uğur Dündar ile Vatan satılmadan önce bir süre bu gazetede yazan Necati Doğru. Aydın Doğan, saydığım bu on yazarın bir dönem patronluğunu yapmıştı. Sözcü, Aydın Doğan’ın gazetelerinden kovulan ya da ayrılan köşe yazarlarının buluşma noktası oldu. Hatta Yılmaz Özdil, Hürriyet’teki köşesinin fotoğrafını ve dizaynını olduğu gibi Sözcü’ye taşıdı. Bu on gazeteci acaba Aydın Doğan’da bir nostalji hissi mi yaratıyordur, yoksa “Çok şükür gittiler!” duygusu mu? 


Hakan Güngör
hakant.gungor@gmail.com

Hayat Meyal’den Soma şarkısı

Bahçeşehir Üniversitesi öğrencisi Murat Alsancak’ın Hayat Meyal grubu “301+?” isimli şarkısını Youtube’ta yayınlandı

Şarkının bestesini yapan, sözlerini de Uğur Yılmaz’la birlikte kaleme alan Murat Alsancak, “İş kazalarında çok fazla ölüm yaşanıyor. Biz de işçilerin, madencilerin çalışma şartlarına ve yaşanan kazalara dikkat çekmek istedik. Yaşanan acıları sanatımızla yansıtmaya çalışıyoruz, bundan sonraki bestelerimizde de bunu yapmaya devam edeceğiz” dedi. 

 Grubun Soma için yazdığı “301+?” isimli şarkısının sözleri şöyle:

“Gece bitiyor
Gece ölüyor
Ayın ışığı ve yıldızlar yetmiyor
Gece dönüyor
Gece yanıyor
Gece düşüyor 
Kimse de kurtarmıyor
Vicdanımı niçin öldürdüm ben? 
Nasıl bu kadar vurdum duymaz 
oldun sen? 
Araba sevdası demişti bir Ekrem 
Dizine dursun, gözün doysun
Boşver kirlensin yattığın yerler
Bir gece düşer biri geri 
Söner sayarsın teker teker
Her gece yıldızlarda buluşmaya söz ver 
Tertemiz yolun açık olsun” 


Ahmet Aslan
ahmed.serhad.aslan@gmail.com 

DigiLapZ’in çalışmaları tam gaz

Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde kurulan “DigiLapZ”, çalışmalarına devam ediyor


DigiLapZ’te dijital teknolojiyle ilgili her konuyu kapsayacak şekilde üretim yapılıyor. Öğrenciler ilgi duydukları alanlara göre kendi projelerini yapıyor. Sosyal medyanın etkili kullanımı, teknolojinin insana ve topluma etkileri, yeni medya, yurttaş gazeteciliği gibi alanlarda öğrencilerin dilediği projeyi hayata geçirmelerine olanak sağlayan DigiLapZ ayrıca haritalama, veri görselleştirme, kod yazma gibi yöntemleri kullanarak oyun ve uygulama çalışmalarına destek veriyor. 
Bahçeşehir Üniversitesi’nin sağladığı olanaklar ile son model dijital teknoloji ürünlerine sahip öğrenciler, akademik araştırma ve analizler yapıyor, çeşitli uygulama ve projeler geliştiriyor. “Dijital Açıkhava Sineması ve Forum” ve BAU akademik dönemi açılış etkinliklerine imza atan DigiLapZ sosyal medya üzerinden düzenlenen yarışmalar ve canlı yayın yöntemleriyle katılımcıların etkinliklere aktif olarak katılmasını sağlıyor. 
DigiLapZ ayrıca Türkiye’de sadece birkaç tane bulunan Google Glass cihazlarından birine sahip. Gözlük şeklinde takılabilir bir teknoloji ürünü olan Google Glass, sesli komut, internet, videoya kaydetme, fotoğraf çekme, veriyi sosyal medyayla anında paylaşım ve ellerden bağımsız kullanabilme özellikleri sayesinde şimdiden birçok iletişimci tarafından dijital bir devrim olarak yorumlanıyor. DigiLapz, dijital teknoloji ile yeni medya alanlarına ilgi duyanları ve yeni projeleri bekliyor.

Ayşegül Engür
aysegul.engur.@gmail.com

Bu öğrenci kulüpleri bir harika dostum

Bahçeşehir Üniversitesi öğrenci kulüpleri, öğrencilerin yeteneklerini geliştirmeleri ve ilgilendikleri alanlarda etkinlikler düzenlemeleri için fırsatlar sunuyor. 52 kulübün farklı farklı alanlarda birbirinden ilginç projeleri üniversite hayatını renklendiriyor


Yeni eğitim ve öğretim yılında, her ilgi alanına hitap edecek 52 öğrenci kulübü çalışmalarına başladı. Kulüpler yeni yol arkadaşlarıyla 20 Ekim’de buluştu. Kollar sıvandı, yeni projeler için çalışmalar başladı. Her birinin farklı hedefleri ve idealleri var. Onlardan bazıları ile kendi gündemlerini konuştuk.

Her şeyin başı sağlık. Sağlıklı bir bedene giden yol da mideden geçiyor. O yüzden ilk konuğumuz Beslenme ve Diyetetik Kulübü Başkanı Ramazan Hamarat:

Bu kulübün amacı ne? Neden kuruldu?
Ramazan Hamarat - Kulüp Başkanı: Öncelikle şunu söyleyeyim; bizim çoğalma gibi bir derdimiz yok. Bu kulüp biraz muhalif bir kulüp. Aslında kulübü kendi eğitimimizi tamamlamak için kurulduk.

İlgi var mı kulübe?
Henüz bir aylık bir kulübüz. Şu an için 190 kişiyiz. Bunların 65’i yönetim kurulunda. Sadece okuldan değil dışarıdan da çok talep var. Diğer kulüpler de bizimle ortak çalışma düzenlemek istiyor.

Hangisi mesela?
Mesela Fizyoterapist ve Psikoloji Kulübü bizimle ortak bir panel düzenlemek istiyor. Bu konuda çalışmalara başlayacağız. Üniversiteyle sınırlı kalmayacağız. Dışa yönelik çalışmalarımız da olacak. Mesela Türkiye’de ilk kez yapılacak bir dergi çalışmamız var. 


Beslendik, kilo aldık. O kalorileri eritmek lazım... Dans en eğlenceli kalori eritme yollarından biri. Dans Kulübü Başkanı Furkan Oğulcan İlker, kulübünün çalışmalarını anlattı:

Ücretleri kim karşılıyor? Hangi eğitmenlerle çalışıyorsunuz?
Dans Keyfi ve Depo Dans gibi başarılı akademi eğitmenleriyle çalışıyoruz. Tabii ki onlara da belirli bir ücret ödememiz gerekiyor. Bu ücreti de öğrencilerden almak zorundayız. Aslında Öğrenci Dekanlığı daha fazla destek olursa bu ücreti almak zorunda kalmayız. Biz yine de piyasaya kıyasla çok daha az bir ücret talep ediyoruz. Profesyonel dans akademilerine üye olsanız, aylık 200 ödersiniz.

Kaç üye var kulüpte?
Aktif olarak 160 öğrencimiz var. Pasif olarak bizim etkinliklerimize katılanlarla birlikte 800’ü buluyor. 


Dans tamam, ama müzik de önemli... Hatta olmazsa olmaz. Müzik Kulübü Başkanı Mert Aksu’ya, “Yeteneksiz olsak da kulübe girebilir miyiz?” diye sorduk:

Çalışmalara başladı mı Müzik Kulübü?
Altyapı çalışmaları yapıyoruz. 

Kaç kişisiniz?
Tahminen 150-200 kişiyiz. Çok aktif bir kulübüz. Ama belli sınırlamalarımız var. Müzik eğitimi zorlu bir süreç. En az dört yıllık bir tecrübe gerekiyor.

Üye sayınız az değil mi?
Hayır. Mümkün oldukça küçük bir grup olmak istiyoruz. Geçtiğimiz yıl sayı çokluğundan dolayı disiplinsizlik yaşadık. Bazen solist provaya 1 saat geç kalıyordu. Bu da bizim işlerimizi engelliyordu. Artık bunun olmasını istemiyoruz.

Ne tür müzik çalışmaları yapacaksınız?
Rock, metal, pop, klasik, halk müziği çalışmaları yapılması için talep var.

Yapmak istediğiniz etkinlikler var mı? 
Bir çalıştay projesi var. Söyleşi tarzında bir şeyler olabilir. Onun dışında müzik grupları kuracağız. Hepsine aynı anda yetişmeye çalışıyorum. 

Müzik biraz da yetenek işi. Gelen üyeleri seçiyor musunuz? Mesela bazılarını yeteneksiz diye almadığınız oluyor mu? 
Yetenek anlamında bir sınırlama yok. Herkese kapımız açık. Fakat disiplin çok önemli. Disiplinsizleri uzaklaştırmak zorunda kalabiliyoruz. 


Bu kadar eğlence yeter. Biraz da piyasaya atılalım... Genç Girişimciler Kulübü Başkanı Muhammed Karatay, girişimciliğin inceliklerini anlattı:

Neler yapmayı hedefliyorsunuz?
Bizim amacımız girişimciler akademisi düzenlemek ve sektöründe öncü girişimcilerin okulda ağırlamak. Profesyonellerin tecrübeleri ve bakış açıları öğrenciler için çok önemli. Onların deneyimlerini öğrencilere aktarmak istiyoruz. Asıl hedefimiz “girişimciliği” anlamak. 

Özellikle öncelik verdiğiniz projeler var mı?
Bahar döneminde yarışmalar düzenlemeyi planlıyoruz. Onun haricinde sertifika programları yapmak istiyoruz. Mesela beden diliyle ilgili bir konferans düzenleyeceğiz. İş gezileri düzenlemek istiyoruz. Çok fazla şey var yapmak istediğimiz.


Yeşil bir doğa olmadan yaşamanın ne anlamı var ki?.. Çevre Kulübü Başkanı Mergül Mutlu da çevre duyarlılığının gereklerini ve kulüp amaçlarını anlattı:

Çevre kulübünün planları ne?
Çevre mühendisi öğrencilerinden ziyade çevre adına bir şeyler yapmak isteyen herkesin bizimle olmasını istiyoruz. Bununla ilgili hocalarımızın yürüttüğü projeler var. Çevre mühendisliği bölüm öğrencileri ya da diğer öğrenciler bu projelerde etkin olarak yer alabiliyorlar. 

Ne tür projeleriniz var?
Örneğin bir hocamızın yapmak istediği “upcycling” projesi var. Bu bizi oldukça heyecanlandırıyor.

Nedir bu? Bir çeşit geri dönüşüm mü?
Geri dönüşümden ziyade “yukarı dönüşüm” diyebiliriz. Mesela plastikleri geri dönüşüme göndermek yerine bunu bir madde haline getirip kullanmak. Örneğin; plastik şişelerden vazo yapmak ya da bunları saksı olarak da kullanmak gibi şeyler. Bizim en çok önem verdiğimiz proje bu. 


Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur... Bisiklet Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi Burak Güneli, sağlıklı yaşamaya özen gösterenler için projelerini anlattı:

Pedalları çevirmeye başladınız mı?
29 Ekim’de ilk projemizi gerçekleştirdik. Yaklaşık 40 kişi Caddebostan’da buluştuk. Oradan Kadıköy’e kadar pedal çevirdik. Çok güzel bir aktiviteydi bizim için.

Başka projeleriniz var mı?
Şu an yapmak istediğimiz bir sosyal sorumluluk projemiz var. Görme engelli arkadaşlarımızla birlikte bisiklete binmek istiyoruz.


Spor yaptık, acıktık. “Yemek yiyelim” dedik. Her yemek de yenmez. Soluğu Gastronomi Kulübü Başkanı Meltem Ezer’in yanında aldık. Biz sorduk, o anlattı: 

Spor konuştuk. Yorulmadık ama açlık hissettik. Farklı ne öğrenebiliriz diye yanınıza koştuk. Doğru adresteyiz değil mi?
Çok doğru yerdesiniz. Biz burada farklı kültürlerin mutfaklarını tanıyıp, onların menölerini ve baharatlarını keşfediyoruz. Ayrıca temel seviyelerde mutfak bilgisi edindirip, saklama ve sunum için gerekli eğitimleri veriyoruz.

Biz de öğrenmek istesek... 
Sizi aşçılık atölyelerimize davet ederiz. Sadece o da değil. Konseptlere uygun film ve belgesel gösterimleri, tadım etkinlikleri ve eğitimlerimiz de olacak.


Bedenimizi duyurduk. Ruhumuz da doymasın mıydı? Türk Müziği Topluluğu Başkanı Fatmagül Karamus’u bulmuşken sorduk: 

Siz de Heybeli’de her gece mehtaba çıkacak mısınız? 
BAU Türk Müziği Topluluğu bu sene Yahya Kemal Beyatlı’nın bestelenen şiirlerinden ve Sadettin Kaynak’ın eserlerinden oluşan bir konser gerçekleştirecek. Beşiktaş’ta mehtaba çıkabiliriz.

Hepsini tek başınıza mı yapacaksınız? Destek yok mu?
Konserlerimize Dr. Aydın Varol şefliğinde TRT İstanbul Radyosu saz sanatçıları destek veriyor.


Sandallar olmasa da yelkenler neşe dolsun... Yelkencilik Kulübü Üyesi Berkay İnan, herkesi kulübe üye olmaya bekliyor:

Yelken sporu sadece yaz mevsiminde yapılmaz mı?
Yelkencilik Kulübü olarak yaz ya da kış aldırmıyoruz. Gezi düzenliyoruz. Kış gezilerini Marmaris’e yapıyoruz. Çünkü bildiğimiz bir rota, bildiğimiz insanlar, bildiğimiz restoranlar var. Onun dışında yaz gezilerimizi artık yurtdışında da yapmaya başladık. İki sene önce Hırvatistan’daydık. Bu sene de Malta’dan daha yeni geldik. 

Okuldan yardım alıyor musunuz?
Okulun yardımıyla kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Zaten kendi teknemiz olduğu için haftada iki ya da üç kez gezilere ve antrenmanlara çıkıyoruz, spor aktiviteleri yapıyoruz.


Burcu Gebeş

burcu.gebes@gmail.com

“Transfobik ve homofobik gazeteciler endişe veriyor”

Türkiye’nin ilk transeksüel muhabiri Michelle Demishevich trans birey olarak yaşamanın zorluklarını, hemen her gün maruz kaldığı ayrımcılığı Yeni Sayfa ile paylaştı

Fotoğraf: Hakan Güngör

Michelle Demishevich, t24.com isimli haber sitesinde çalışıyor. Güleryüzü ve olanca samimiyeti ile karşılıyor bizi. “Biz trans bireyler hayatımız boyunca o kadar çok dışlanıyoruz ki, sevgiye gerçekten çok ihtiyaç duyuyoruz. O yüzden de bize dostlukla yaklaşan insanlara karşı çok içten ve samimi davranıyoruz” diyor. Demishevich, erkek egemen bir toplumda erkek kimliğinden vazgeçmenin yarattığı zorluklardan, çalıştığı TV kanalından kovuluşuna kadar pek çok olayın ayrıntılarını Yeni Sayfa’ya anlattı.

Günlük hayatta sıklıkla maruz kaldığınız ayrımcılık ve taciz psikolojinizi nasıl etkiliyor?

Öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki, sakin biri olarak benim bile kimi zaman ses tonum yükseliyor. O kadar çok olay yaşıyorsunuz ki... Bazen mesela bağırıyorum, sonra diyorum ki “Michelle bu sen değilsin” ve kendimden o an utanıyorum. Utancım onu yaşıyor olmaktan. Düşünsenize, sabah 6.00’da uyanıyorum, önce gazetelerimi okuyorum, kahve ve sigaramı içiyorum. Sonra duşa giriyorum, sevdiğim şarkıları dinliyorum. Pozitif başlıyorum güne. Daha sonra yabancı gazeteleri ve ajansları tarıyorum. Evinizden öyle çıkıyorsunuz ve ilk adımda bir araba durup korna çalıyor. “Boş ver” diyorsun. Yanından geçen adam sana tuhaf bir laf ediyor. Hadi umursamıyorsun. İşe gelmek için metrobüse biniyorum ve parmakla gösteriliyorum. Güneş gözlüğümü takıyorum, bu sefer ne kitap okuyabiliyorum, ne internete bakabiliyorum. Duymayayım diye kulaklığımı takıyorum. Metrobüsten iniyorum 7-8 tane olay olmuş tolere etmişsin, ben de bir insanım. Taksim’e geliyorum işe gitmek için. Bir olay oluyor ve o olayda patlıyorsun. “Dur artık, ne oluyoruz!” diyorsun ve müdahale ediyorsun. Buna kimsenin hakkı yok. 

Trans bireyler şiddet olaylarının içine kasten mi çekilmeye çalışılıyor?

Bu toplum iki yüzlü. Bilinçli olarak bizim üstümüze geliniyor. Metroda, sokakta, alışverişe gittiğiniz her yerde ötekileştirildiğinizi düşünsenize. Yolda yürürken karı-koca geçiyor, kadın kocasına gösteriyor, işaret ediyor. Kadın şiddeti yaşıyorsunuz. Bir kadının, kendini kadın olarak tanıtan, erkekten dönme de olsa bir kadın olarak ifade eden birine bile şiddet uyguladığını görüyorsunuz. Psikolojimizi düşünsenize, sürekli stres sürekli baş ağrısı. Sevgi açlığı var bizde. O yüzden de hep sevgi veririz ve sevecen oluruz. Bir arkadaşımızdan sevgiyi bulduğumuz zaman da, ona sıkı sıkı sarılırız. O bizim için kıymetlidir. Çünkü sokakta hep şiddete maruz kalıyoruz. Bu tarz şiddete maruz kalırken bir de şu soru geliyor aklıma “Akşam bizim beden işçisi arkadaşlarımızın müşterileri kim?” Gündüz şiddete maruz kalıyoruz, dışlanıyoruz ama gece çok para kazanılıyor o işçilikten. Onların müşterileri yine aynı toplum. En yakın erkeklerimiz, belki sokakta gördüğümüz erkekler. Gece gidiyorsun, yüksek paralar ödeyerek cinsel açlığını gideriyorsun. Fakat onu gündüz istemiyorsun. Yine aynı toplum. Burada bir ikiyüzlülük var. 

Benzer bir ayrımcılık basının dilinde de var. Örneğin bir trans bireyin herhangi bir kavgada adı geçmişse, haberde kavgayı illa o çıkarmak zorundaymış gibi bir yaklaşım görülüyor...

Kesinlikle öyle. Devlet erkek, sistem erkek, medya erkek. Erkek sistemin dili de erkek oluyor. Kadınlar bu toplumda zaten ötekiyken, bir de trans birey olmak işleri çok daha zor hale getiriyor. Medya patronları da hep erkektir mesela. Dolayısıyla bu eril sistem dile de yansıyor. Medyanın dili maalesef geçmişten bugüne hep erkek diliyle yazılmıştır. Dolayısıyla LGBTİ haberleri ve taciz, tecavüz haberleri hep eril dilde yazılır. Mesela sokakta polisle bir trans kadın sorun yaşadığında, sanki polis orada normal işini yapmaya çalışan bir devlet memuru ama trans kadın orada ona zarar veriyor gibi gösteriliyor. Halbuki orada belki de şiddete maruz kalmıştır trans kadın, polis ona yardımcı olmuyordur. Trans kadının isyan ettiği noktada görüntüler çekiliyordur. Türkiye’nin en büyük kurumlarında bile şu manşetleri yıllardır görüyoruz “Travestiler dehşet saçtı”, “Yine travesti terörü” , “Caddeyi travestiler trafiğe kapattı, vatandaş mağdur oldu”. Tabii bunların yanında fazlasıyla transfobik, homofobik ve kadınfobik yeni gazeteciler de piyasaya geliyor. Bu da çok endişe verici. Bu noktada benim gazetecilik yapıyor olmam da fevkalade önemli ve çok özel bir durum. 

"Yaşamak zor. Hayatta kalmak zor. Buna rağmen bu onurlu mücadele içinde yer almak bana mutluluk veriyor. Varsın sevgilim olmasın. Varsın arabam olmasın. Varsın evim olmasın, ben bu onurlu mücadelede son nefesime kadar var olacağım"

İMC TV’de muhabirdiniz ve oradan ayrılmak zorunda kaldınız. O süreçte neler yaşandı? 

Kurum hakkında çok kötü bir şey söylemek istemiyorum, çünkü orda çok kıymetli gazeteci arkadaşlarım çalışıyor ve iyi iş yapmaya çalışıyorlar. Fakat kurumun yönetim kısmı gazeteci değil, esnaf. Dolayısıyla orası da bir şirket. Patronlar ve şirketler sistemin içerisinde sistemin istediği gibi davranmak zorundalar. Çünkü o bir çark ve o çarkın dışına çıkamazlar. Ne kadar sosyalist kimliğine sahip olduğunu söylese de kişiler ve kurumlar o çarka uymak zorundalar. Onlar da diğer şirketler gibi yaptılar. Ben madem özel bir gazeteciyim, madem ötekiyim ve önemliyim benim orada düşük bir ücretle çalışmamam gerekiyordu. Ben bir trans kadınım ve bizim ödemelerimiz ve finansal durumumuz daha farklı oluyor çünkü siz bir evi 500 TL’ye kiralarken ben 1000 TL’ye kiralıyorum. Bizim harcamalarımız daha fazla olduğu için 1200 lira veya 1300 lira yetmiyor, yaşayamıyorsunuz. Ayrıca sigortam yoktu. Ben yoğunlukla polis-adliye haberlerine gidiyordum. Sürekli çatışma altındasınız ve bir şey olsa nereye gideceksiniz. Bununla ilgili ben birkaç ay öncesinden konuşma yapmıştım. O konuşmanın arkasından çok şey değişmeye başladı. Ben agresif olarak adlandırılmaya başlandım. Mesela bir toplantı veya konuşma oluyor, sohbet ederken hemen oradan bir yönetici arkadaş atlıyor “Ama sen de çok agresifsin” diyor. 

Yani size mobbing mi uygulanmaya başlanmıştı?

Ben ilk önce onu anlamadım. En nihayetinde bir gün anladım sonra döndüm “Niye agresif olayım?” diye sordum yöneticime. Sonra mesela canlı yayına çıkıyorum, ki ben normal hayatımda da makyaj yapmam, makyajı sevmiyorum. Yayına çıkarken kırmızı rujumu sürüyorum. Bir gün canlı yayına çıktım, muhteşem bir yayın yaptım. Tarihi, Gezi direnişinin birinci yıl dönümüne denk geliyordu. Girer girmez beni tebrik edeceklerini düşündüm çünkü çok başarılı bir yayın yapmıştım. Banu Güven “Bir televizyoncu olarak seni tebrik ediyorum. Çok güzel bir yayın yaptın” dedi. Haber müdürüm kenara çekti beni dedi ki “Genel yayın yönetmenimiz aradı, ben de aynı fikirdeyim, kırmızı rujuna bakmaktan ne dediğini duyamadık.” Ben de haber müdürüne “Şu an siz tehlikeli bir şey söylüyorsunuz. Beni kadın kimliğim üzerinden ötekileştiriyorsunuz. Sözlerinize çok dikkat edin lütfen” dedim. Bunun üzerine “Şaka yaptım” dedi. Birkaç gün sonra habere giderken bir kadın yöneticimiz “Habere bu elbiseyle gitmeyeceksin değil mi?” diye sordu. Kamera hep belden yukarıyı çeker ve üzerimde de bir ceket vardı “Ne var ki ceketimde?” dedim. “Muhabiriz biz, haber etiği, gazetecilik etiği” diye geveledi. “Ne diyorsun sen? Şimdi fotoğrafımı çekeyim Twitter’a yükleyeyim soralım insanlara etik mi değil mi diye” dedim. Sonradan anladım mobbing uygulanmaya başlandığını. Artık tanınıyorum, beyanlarım var her yerde. Ondan bir endişe duymuşlar. Sonra genel müdürün almış olduğu kararla 3 dakika içinde kovuldum. Ama kovulmamın 6 haftalık bir süreci varmış. 

Bu süreçte size kimler destek oldu?

Dostlarım dışında DİSK, Basın-iş, Uluslararası Basın Konseyi, Reporters Without Borders bana ciddi destek verdiler, yanımda oldular. Onlara teşekkür borçluyum. 


Öğrenciler insan haklarını ilke edinmeli

Üniversitede okuyan öğrenci arkadaşlara şunu söylemek istiyorum; 2014 yılında öğrenci olmak müthiş bir şey. Bizim jenerasyonumuz çok zor şartlarda eğitim aldı. Eğitiminizin kıymetini bilin. Eşit hakları ve insan haklarını kendinize ilke edinin. Mevcut bir fobiniz varsa kafanızdan atın. Transseksüeller vardır, eşcinseller vardır. Herkes gibi haklara sahiplerdir. Farklı değillerdir. Ne yalnızlar ne de yanlışlar, o yüzden her zaman için bir arada dayanışma içinde olsunlar. Onları tanımıyorlarsa tanımaya çalışsınlar. Anlamaya çalışın, konuşun. İçimizde iyi olanların yanında kötü olanlar da var. Ama sadece onlara bakarak bir genelleme yapmasınlar...


Damla Aydemir
aydemirdamla@yandex.com


Yeni Sayfa takipte

Karaköy’de yürüyebilmek istiyoruz, hâlâ… 

Araçların kapattığı kaldırımlar, kaldırımın bile olmadığı caddeler, yağmur yağınca göle dönen sokaklar… Yeni Sayfa olarak Karaköy’ün “yaya” sorunu çözülene kadar bu sorunu gündemde tutmaya devam edeceğiz 

Geçtiğimiz sayıda yer verdiğimiz “Biz buradan nasıl geçeceğiz?” haberi özellikle Karaköy
bölgesinde çalışan ya da bu bölgede eğitim alan okurlarımız arasında geniş yankı buldu. BAU Galata’nın hemen yanındaki kaldırımlar geçtiğimiz hafta yeniden düzenlenip “araç trafiği”ne kapatılmış olsa da sorun çoğu bölgede devam ediyor. Yapılan yol çalışmalarına rağmen, tramvayın geçtiği ve yoğun trafiğin olduğu cadde üzerinde yayalar yürürken tehlike içindeler. Özellikle yolun iskeleye yakın tarafında tramvayın yanından geçen arabalar yayalara neredeyse temas edecek kadar yaklaşıyor. Özellikle yağmurlu günlerde bölgede yürümek tamamen imkansız bir hal alıyor.
Kaldırımların geniş bölümleri ise bir türlü otoparkçıların elinden alınmıyor. Öyle ki cadde üzerindeki Surp Krikor Lusavoric Ermeni Kilisesi’nin yanındaki geniş kaldırım bizzat İSPARK tarafından işgal edilmiş durumda. 
Konuyla ilgili görüşlerini almaya çalıştığımız, yine Karaköy’de bulunan Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliği yetkilileri ise, İstanbul’un 3. köprü, 3. havaalanı ve Galataport gibi daha önemli sorunları olduğunu söyleyerek konuyla ilgilenemediklerini belirtti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Beyoğlu Belediyesi’nin daha fazla kaza yaşanmadan bu soruna bir an önce bir çözüm bulmasını ümit ediyoruz. 


Haber Merkezi 
gazeteyenisayfa@gmail.com 

9 maddede Galataport’un hikâyesi

Mart 2002’de kamuoyuna duyurulan proje aradan geçen 12 yılın ardından ismi de dâhil birçok değişikliğe uğradı. İki kere ihaleye çıkan proje, en son 16 Eylül 2013’de yapılan ihale ile Doğuş Holding’in oldu. İşte Galataport’un 12 yıllık serüveni 

Fotoğraf: Ahmet Aslan


Galataport projesi, çevreye ve İstanbul’un tarihi dokusuna zarar vereceği eleştirileriyle yine gündemde. 100 bin metrekarenin üzerinde bir alanı ilgilendiren proje ile Fındıklı’dan Karaköy’e uzanan sahilin tamamen ticarileşeceği ve İstanbullular’a kapanacağı iddia ediliyor. Eleştiriler sürerken çalışmalar başladı bile. Karaköy’de son yıllarda yaşanan çevresel ve kültürel dönüşüme ek olarak çok sayıda bina restore ediliyor ya da yıkılarak yenileniyor. Bölgede ardı ardına oteller açılırken eski doku da yerini hızla yepyeni bir Karaköy resmine bırakıyor 

Kamuoyunda “Galataport” olarak bilinen Salı Pazarı Kruvaziyer Limanı Projesi nedir? 

Galataport, Karaköy Rıhtımı’ndan Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı Kampüsü’ne kadar uzanan 1.2 kilometrelik sahil şeridini, 112 bin 147 metrekarelik alanı kapsıyor. Bu alandaki tüm binaların turistik ve ticari amaçlarla onarılması ya da yıkılarak yeni binalara yer açılması amaçlanıyor. Sahil şeridinde yapılacak olan otel, restoran ve diğer ticari işletmeler ile bölgenin geçmişteki dokusunun tamamen değiştirilmesinin planlandığı projeyle sahil şeridinin turistik bir cazibe merkezi haline getirilmesi hedefleniyor. Proje kapsamında restore edilecek ya da yıkılarak yeniden yapılacak olan binaların işletmeleri, ticari olarak bu binaları kiralayan şirketlere tahsis edilecek. 

Proje ne zaman başlayacak? 

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun yürütmeyi durdurma kararı verdiği Galataport Projesi’nin 2015’in Şubat ayında başlayacağı açıklandı. Bilgili Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Bilgili, “Galataport Projesi için inşaat çalışmalarına 2015 Şubat ayında başlanacağını tahmin ediyorum. Bu projenin içerisinde restoranlar, oteller, şehir parkı ve yeşil alanlar olacak. Karaköy tarafındaki tarihi binaları restore edeceğiz. Diğer tarafta büyük depolar var, onlar yıkılıp yeniden yapılacak. Projenin 2.5 yılda tamamlanması öngörülüyor. Projede Doğuş Grubu ile ortaklığımız bulunuyor” diye konuştu. Bilgili ayrıca projeye karşı çıkanların günün birinde “Biz hata yaptık” diyeceklerini iddia etti. 

İlk ihale ne zaman yapıldı? İhaleyi kim kazandı? Neden iptal edildi? 

İlk ihale Eylül 2005’te Türkiye Denizcilik İşletmeleri (TDİ) tarafından yapıldı. İhaleyi Sami Ofer’in ortağı olduğu Royal Caribbean Cruises önderliğindeki konsorsiyum 3 milyar 538 milyon avroluk teklifiyle kazandı. Proje dahilindeki, Kruvaziyer yat yapımına ilişkin yapılan imar değişikliğini onayan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kararı İstanbul Şehir Plancıları Odası tarafından mahkemeye götürüldü. Danıştay 6. Dairesi, Bakanlık’ın işleminin yürürlüğünü oybirliği ile durdurdu. Danıştay 6. Dairesi, dava konusu olan imar değişikliğinin daha önce de yine kendilerince iptal edildiğini, dolayısıyla işlemin dayanaksız olduğunu belirtti. Daire ayrıca özelleştirme bölgesindeki imar planı değişikliğini yapma yetkisinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda değil, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nda (ÖİB) olduğuna kanaat getirdi. Bunun üzerine zamanın Devlet Bakanı Abdüllatif Şener Danıştay’ın aldığı yürütmeyi durdurma kararını gerekçe göstererek ihale dosyasını ÖİB’ye gönderdi. ÖİB mevzuat gereği dosyayı tekrardan TDİ ihale komisyonuna gönderdi. Komisyon ihalenin iptal edildiğini duyurdu. Böylece ÖİB tekrardan imar planları hazırlamak için çalışmalara başladı. 

İkinci ihaleye giden süreçte neler oldu? 

ÖİB’nin hazırladığı imar planı, Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndan geri döndü. Aynı zamanda yaklaşan 22 Temmuz 2007 genel seçimleri yüzünden hükümet de özelleştirme ihalelerine kısa bir ara verdi. Mart 2008’e gelindiğinde Galataport bir hukuk darbesi daha yedi. 1/100.000 ölçekli İstanbul İl Çevre Düzeni Planı hakkında İstanbul 2. İdare Mahkemesi tarafından yürütmeyi durdurma kararı verildi. Bu karar, Galataport’un yapılamayacağı anlamına geliyordu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş Mart 2009’da yeni bir çevre düzeni planı hazırladı. Plan, Büyükşehir Belediye Meclisi’nden oy çokluğu ile geçti. Aralık 2010’da Kıyı Kanunu’nda çok büyük bir değişiklik oldu. Bu değişikliğin Galataport, Haliçport ve Haydarpaşaport için çıkartıldığı çok açıktı. Yapılan değişiklikle kanun maddesi şöyle oluşturuldu: “Kıyılarda, doldurma ve kurutma suretiyle elde edilen arazilerde kanun kapsamında öngörülen kullanımlara ilişkin imar planı Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nca 60 gün içinde re’sen onaylanır. Bu alanlarda 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun koruma amaçlı imar planına ilişkin hükümleri uygulanmaz.” Bu, kıyılarda yapılan dolgu alanlarında inşa edilecek yapıların otoparktan, alışveriş merkezine kadar her şeyi kapsayabileceği anlamına geliyordu. Artık yeni bir ihalenin önündeki bütün imar ve hukuk sorunları aşılmıştı. Geriye ihalenin duyurulması, yapılması ve yeni alıcısının beklenmesi kalmıştı. 

İkinci ihalenin imar planı nedir? 

Projenin merak edilen kısmı bölgede bulunan 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından Kentsel Sit Alanı ilan edilen, daha sonra Bakanlar Kurulu kararı ile “turizm bölgesi”ne çevrilen alanda bulunan tarihi binaların ne olacağıydı. Bu binalar arasında TDİ Genel Müdürlük binası, yolcu terminali, Çinili Han ve Paket Postanesi var. 
Proje kapsamında; 
TDİ Genel Müdürlük binası, yolcu terminali, Çinili Han ve Paket Postanesi’nde restorasyon, tadilat ve güçlendirme çalışmaları yapılacak ve bu binalar mağaza ve restorana dönüştürülecek. 
İstanbul Modern’in sergi sarayı olarak kullandığı 3 numaralı Antrepo, Kıyı Emniyet Müdürlüğü’ne ait 6 ve 7 numaralı Antrepo, yolcu salonu olarak kullanılan 1 ve 2 numaralı Antrepo, 20 numaralı Antrepo ve nargilecilerin yer aldığı bölge yıkılacak. Bunların yerine Karaköy bölgesinde toplam 40 bin, Salıpazarı civarında ise toplam 108 bin metrekarelik otel, mağaza, restoran, ofis gibi zeminüstü inşaat yapılacak. Proje tamamlandığında otellerdeki toplam oda sayısının 440 olması hedefleniyor. Ayrıca, Nusretiye Saat Kulesi çevresine 13 bin 934 metrekarelik meydan ve rekreasyon alanı yapılacak. Toplam rekreasyon ve meydan alanı ise 65 bin 732 metrekare. 
4 numaralı Antrepo’da bulunan İstanbul Modern ve 5 numaralı Antrepo’da bulunun Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, TDİ ile olan 28 yıllık kira sözleşmesi nedeniyle proje kapsamı dışında tutuldu. 

İkinci ihale ne zaman gerçekleşti? En yüksek teklifi kim verdi? 

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca 16 Mayıs 2013’te yapılan ihaleyi 702 milyon dolarlık teklifi ile Doğuş Holding kazandı. İhalenin dikkat çeken kısmı çok kısa bir sürede neticelenmesi oldu. İlk turda kapalı zarfta teklifler verildi. En yüksek teklif 375 milyon dolar oldu. Ardından ikinci tura geçildi ve tekliflerin en yükseği 525 milyon dolar oldu. Teklifte bulunan 2 firmanın çekilmesi üzerine, kalan 3 firma açık arttırmaya kaldı. Açık arttırma 701 milyon dolardan başladı. Rakamın açıklanmasıyla birlikte ilk olarak Alsim Alarko, ardından da Gobal Yatırım-Özak GYO-Delta Proje OGG açık arttırmadan çekildi. Böylece Galataport’un 30 yıllık işletmesi için düzenlenen 30 dakikalık ihaleyi 702 milyon dolarla Doğuş Holding kazanmış oldu. dı. Doğuş Holding 702 milyon liralık teklifiyle ihaleyi kazandı. 

İki Galataport ihalesi arasındaki farklar nelerdi? 

2005 yılında yapılan ilk ihalede yap-işlet-devret modeli planlanmıştı. 2013’te ise işletme hakkı devri yöntemi kullanıldı. İlk ihalenin süresi 49 yıl iken bu süre 2013’teki ihalede 30 yıla indi. 2005’teki ihalede emsal değeri 2 iken, 2013’de bu rakam 1.5 oldu. Bu, yüzde 25 daha az kapalı alan inşaatı demek. 2005’teki ihalede ödeme, kiralama süresinin bitiminde başlayacak, 10’ar yıllık aralıkla belli oranlarda ödenecekti. 2013’teki ihalede ise toplam miktarın yüzde 20’si peşin, geri kalanı ise taksitler halinde ödenecek. 
Yapılan iki ihalenin isimleri neden farklı? 
Mehmet Ferec Balta ve Hayati Şanlı adlı iki girişimci “Galataport”un isim hakkını aldılar. İhale sürecinde isim hakkını satabileceklerini duyurdular. Bu nedenle ihale Salıpazarı Kruvaziyer Limanı Projesi adıyla yapıldı. 

İmar planına kimler, neden itiraz ediyor? 

TMMOB İstanbul Mimarlar Odası ve TMMOB İstanbul Şehir Plancıları Odası, projeye başından beri karşı çıkan sivil toplum örgütlerden en önemlileri. Proje aleyhine büyük bir kamuoyu baskısı oluşmasında iki örgüt de çok büyük rol oynadı. Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası İstanbul şubelerinin düzenledikleri etkinlikler, basına verdikleri demeçler ve en ön önemlisi Galataport projesinin iptaline dair yaptıkları mahkeme başvuruları, toplumun büyük bir kesiminden destek gördü. 
Her iki oda da iki ana eksen üzerinden itirazlarını sürdürüyor. Bunlardan ilkine göre, 2013’te Beyoğlu’nun koruma amaçlı imar planı bütüncül olmadığı ve Gala taport gibi mega projeleri içer mediği için iptal edildi. İki oda da bu karara dayanarak bölgenin plansız olduğu savunuyor. Ayrıca, itiraz eden kurumlara göre kıyılar Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan hükümle herkesin eşit ve özgür olarak ortaklaşa yararlanmasına açık alanlar olarak tanımlanmış durumda. Anayasa’nın 43. Maddesi “Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevrele yen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelik kamu yararının” gözetilmesini öngörüyor. Proje kapsamında ise kamuya açık olması gerek alan, özel kullanıma açılarak yapılaşmaya maruz kalıyor. 
İkinci itiraz noktasını, bölgenin in san ve yaşam odaklı değil, sermaye odaklı dönüştüğüne dair iddialar oluşturuyor. Galataport projesinin, insan-deniz ilişkisini koparacağından korkuluyor ve sahil şeridinin soylulaştırılmasına ve sosyal dokunun rant uğruna bozulacağına işaret ediliyor. Ayrıca bölgedeki küçük esnafın da, artan kiralar karşısında bölgeyi terk etmekten başka seçe neği kalmayacağı vurgulanıyor. 


Alper Balcıoğlu
alper.balcioglu@gmail.com 



Karaköy esnafı BAU Galata’dan memnun mu?

KANTİN


Karaköy son yıllarda büyük bir değişim içinde. Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin 2 yıl önce buraya taşınması, yeni kafe, restoran, otel ve sanat galerilerinin açılması ile Karaköy yepyeni bir kimliğe büründü. Bu değişimi, Karaköy esnafına sorduk. Karaköylüler öğrencilerin gelmesinden, Karaköy’ün daha güvenli bir yer olmasından memnun. Ancak değişim, kiraların artmasına da neden olduğu için esnaf yeni bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmış. Bahçeşehir Üniversitesi’nin semte taşınmasından memnun olanlar çoğunlukta ancak, “Geldiniz, işlerimiz düştü” diyen de var… 



Nato Karaköy’ün en eski lokantalarından 
Nato’nun sahibi Mevlüt Öztürk: 

“Nato’yu 1952 yılında Mehmet Mahmutoğlu açtı. 2004’te de ben devraldım. Karaköy’ün değişimi beni olumsuz etkilemedi hatta insan profilinin değişmesi bizi sevindirdi. Komşularla ilgili sıkıntılarımız olmadı. Üniversitenin buraya açılması bizi çok mutlu etti çünkü çok sayıda öğrenci ve hoca geliyor, bu da bizi çok mutlu ediyor.” 




Mabel Çikolata Asıl fabrikası Kurtuluş’ta olan ve 1947’den beri Karaköy’de bulunan Mabel Çikolata’nın çalışanlarından Fatma Bilgin: 

“Burada 11 yıldır çalışıyorum. Eskiye nazaran şimdiki Karaköy’ü daha çok beğeniyorum, çünkü burada artık genç bir nesil var. Üniversitenin burada olmasının Karaköy’ü gençleştirdiğini düşünüyorum.” 





Deniz Büfe Bahçeşehir Üniversitesi’nin hemen karşısında yer alan 
Deniz Büfe’nin işletmecisi Ziya Sandıkçı: 

“18 yıldır bu büfeyi işletiyorum. Eskiden daha çok iş hanı vardı. Zamanla buraların kapanması beni kötü yönde etkiledi. Üniversitenin olduğu bina da iş hanıydı ve orada çalışan insanların çoğu müşterimizdi. Üniversiteden öğrenciler ve hocalar gelmiyor diyemem ama eskiye oranla kazancım azaldı. Ben eski Karaköy’ü daha çok seviyordum.”



Afitap 1982, Ece Ajandaları ile ünlü bir kırtasiye. 
İki senedir buranın işletmeciliğini yapan Ufuk Deniz: 

“Ece Ajandası’nın kurucusu Mehmet Sadık Kağıtçı. Tarihi 1910 yılına dayanıyor. Ajandalar uzun süre saklanabildiği için bir alışkanlık haline geldi. Karaköy’ün şimdiki halini beğeniyorum çünkü artık gece gündüz gezilen bir semt haline geldi. Üniversitenin burada olması Ece Ajandası’na olan ilgiyi arttırıyor. Biz bu tarihe yeni neslin de ortak olmasını istiyoruz.” 




Ferman Sahaf Karaköy’ün taze esnaflarından Hasan Yavuzcan: 

“İki ay önce burayı açtım. Burada bulunan kitapları ve belgeleri 1993’ten 2013’e kadar arşivledim. Sahafı açmamın asıl sebebi insanların arşivlerinden yararlanmasını istemem. Eskiden beri Karaköy’e geliyorum ve bugünkü halini daha çok seviyorum. Sanat bakımından da Karaköy’ün geliştiğini ve üniversitenin de buna katkı sağladığını düşünüyorum.”




Uğrak Börek Karaköy’ün eski mekanlarından Uğrak Börek’in çalışanı Mehmet Nezir Deniz: 

“İki yıldır burada çalışıyorum fakat burası 1959’dan beri açık. Burada en çok Kürt böreği yeniyor ve üniversiteden de gelen bir çok öğrenci var. Bu bizi oldukça memnun ediyor çünkü bizi tercih etmeleri iyi olduğumuzu hissettiriyor.”





Sıla Ağgül - Ela Emeksiz
sila.aggul@hotmail.com
elaemeksiz@gmail.com

Ve öğrenciler İstanbul’u yarattı



İstanbul’la ilgili akılda kalan sorunlar ve duygular öğrencilerin ellerinde sanata dönüştü



İstanbul Tasarım Bienali’nin ikincisinde BAU İletişim öğrencilerinin çalışmaları da sergilendi. Antrepo 7’de sergilenen çalışmaları üreten İletişim Tasarımı Bölümü öğrencileri bütün bir yıl boyunca temel tasarım prensipleri çerçevesinde İstanbul’u incelediler. Proje çerçevesinde şehir; toplumsal, bireysel, ideolojik, sanatsal, sanal, ruhsal ve ütopik bir mekan olarak incelendi. Bu yolla öğrenciler farklı görsel algılarını paylaşarak kendi oluşturdukları manifestolar üzerinden şehrin geleceğine dair uyarılarda bulundular. Gündelik problemlerin vurgulandığı, duygusal, politik ve kişisel çarpışmaların yaşandığı şehrin saklı yönleriyle ilgili de farkındalık yaratmayı amaçladılar. Projenin kavramsallığı üzerinde çalışırken kendi deneyim ve gözlemlerinden faydalanan öğrenciler belirlenen ortamda, şehri üç boyutlu bir nesne olarak kendi belleklerinden yeniden tasarladılar. Birçok farklı malzemenin kullanıldığı çalışmalarda şehrin deneyimini sorgulayan farklı manifestolar üç boyutlu tasarım nesnelerine dönüştü. Bienal’e Batuhan İns “Yenikapı Tümörü”, Dilge Özdemir “Beklenmedik İstanbul”, Elifnaz Başarır “İstabul’da Taciz Son Moda”, Özgür Güner “Limbo”, Serkan Dolan “Alışveriş Kapanı”, Habiba Ansarı “Dil Bariyeri”, Cansın Konca “Kullan At İstanbul” adlı eserleriyle katıldı. 1 Kasım’da başlayan 2. Tasarım Bienali 14 Aralığa kadar sürecek.


Haber Merkezi
gazeteyenisayfa@gmail.com

“Onlar tangonun düşmanıdır, sevgilim”

Adana’da bu yıl üçüncüsü düzenlenen Uluslararası Tango Festivali’nin, Uslu Adana Platformu tarafından “zina festivali” olarak ilan edilmesi sosyal medyada büyük yankı uyandırdı. İşçi sınıfının dünyaya armağanı ve direnişin sembolü olan Tango’nun ortaya çıkış koşulları, kimilerinin bu dansa karşı olmasının sebebini anlatır cinsten… 


 Uslu Adana Platformu’nun geçtiğimiz hafta “zinanın ayakta müzikle yapılan şekli” olarak tanımladığı, bazılarının ise üst sınıflara mahsus bir dans olduğunu zannettiği tango aslında alt sınıfların eğlencesiydi. 
Tango, 1800’lü yıllarda Avrupa’dan Amerika’ya işçi göçüyle birlikte yaşanan zorluklar ve hayal kırıklıklarına karşı direncin ve umudun yansıması olarak ortaya çıktı. Latince “dokunmak” anlamına gelen “tangere” fiilinden türediği düşünülen tango, geliştiği süre içerisinde olmadık karalamalara maruz kaldı. 
İşçi sınıfı tarafından yaratıldığı 1800’lü yıllardan, üst kesimlerce benimsendiği 1920’li ve 1940’lı yıllara; Arjantin’de askeri darbenin ardından yasaklanmasından, günümüzde bir grup “ahlak polisi”nin tangoyu olmadık şekilde itham etmesine kadar; tango insanları mutlu eden, umudu körükleyen bir dans olmaya devam etti. 
Dokunmak kökeninden gelen bir ada sahip olan bu dans, karşı cinse dokunmayı yasak görenlerce benimsenmiyor. Tango bir insanın başka bir insana tutkusunu, insanların birbirlerinden aldıkları gücü, salt cinselliğin önüne geçerek anlatan bir kendini ifade biçimi. 

Tango yalnızca fiziksel yakınlık değil kişisel ve toplumsal duyguların dışavurumudur

Tangoda iki insanın birbirine dokunması, birlikte yürümeleri, dans edebilmeleri için kullanılan temel iletişim yöntemi. Cinsel haz ve duyguların dışında, insana dair tüm hisleri dokunarak paylaşıyor tangocular.
Bunun yanında direncin, umudun simgesi olan tangonun en önemli özelliklerinden biri de “baş kaldırma” umudunu başka şeylerde değil kendi gücünde bulma havasının bu dansa hakim olması. Tam da bu nedenle işçi sınıfının zor dönemlerinde Arjantin’den tüm dünyaya hızla yayıldı ve bir ifade biçimi olarak yaygınlaştı. 
“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim” demişti Türkçe’nin büyük şairi Nazım Hikmet; ümidin düşmanları bugün aynı zamanda tangonun da düşmanları demek…


Yorum  - Haber
Ezgi Demirci
ezgiidemircii@gmail.com

Bir hoca/Bir öğrenci


Türkiye’de yayınlanmış olan en iyi albümler

Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi albümlerinin hangileri olduğunu Yeni Medya Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Volkan Aytar ve öğrencisi Mehmet Emre Acar’a sorduk. İşte her iki isimden aldığımız yanıtlar

Bundan böyle sayfalarımızda, farklı fakültelerden bir öğretim elemanı ile bir öğrencinin çeşitli konulardaki seçkilerini sunacağız. Bu bölüme İletişim Fakültesi Yeni Medya Bölümü’nden bir hoca ve bir öğrenciyle başlıyoruz. İlk sorumuz ise müziğe dair...



Yeni Medya Öğretim Görevlisi 
Volkan Aytar

Orhan Gencebay - Batsın Bu Dünya (1973)
Efsaneleşen şarkıların bulunduğu albüm 1973 yılında çıkmıştı. Aytar, albümü “klasik ve özgün” olarak tanımlıyor. Albümün onun için önemini şöyle açıklıyor: “Türkiye müziğine arabesk kavramını sokmuş bir albüm bu. Türkiye ve dünyaya yönelik hem duygusal, hem de toplumsal mesajlar veriyor.” 


Bülent Ortaçgil - Benimle Oynar mısın? (1974)

Bülent Ortaçgil’in 1974’te çıkan ilk stüdyo albümü... Aytar da albümün Türkiye’de önemli bir yeri olduğuna inandığına değiniyor ve albüm için “romantik” ifadesini kullanıyor. Birçok müzik yazarının gelmiş geçmiş en iyi Türkçe pop albümü olarak tanımladığı albümde farklı nesillerin sevdiği şarkılar yer alıyor.


Nazan Öncel - Göç (1995) 

Nazan Öncel’in dördüncü stüdyo albümü olan Göç, akustik bir folk-rock albümü. Bütün şarkıların söz ve müziği Nazan Öncel’e ait. Aytar, albümün duygusal, hüzünlü olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bu albüm insanı müzikal olarak doyuruyor.”

Duman - Eski Köprünün Altında (1999)

Eski Köprünün Altında, Duman’ın 1999 yılında çıkan ilk stüdyo albümü. Albümün Türkiye rock tarihinde önemli bir yeri olduğunu düşünen Aytar, şarkıların İstanbul’da yaşayan insanlar için çok değerli olduğunu belirtiyor.

Replikas - Köle Doyuran (2000)

Replikas grubunun ilk albümü “Köle Doyuran” 2000 yılında yayınlanmıştı. Rock müziğini yerel öğelerle harmanlayan grubun albümü Türkiye’de müzikseverlere yeni bir soluk getirmişti. Aytar albüm için “Çığır açmış bir albüm, Türkiye’de daha önce yapılmamış bir müzik ve çok kaliteli” diyor.


Yeni Medya Öğrencisi 
Mehmet Emre Acar

Teoman - Onyedi (2000), Gönülçelen (2001) ve İnsanlık Halleri

Acar, popüler müziğin en önemli isimlerindenTeoman’ın neredeyse bütün şarkılarını sevdiğini söylüyor ve “Genel olarak melankoliyi seven bir insanım, sanıyorum sebebi bu” diyor.


Şebnem Ferah - Perdeler (2001)
Perdeler, Şebnem Ferah’ın çıkarttığı üçüncü albümdü. Acar’a göre, Şebnem Ferah’ın protest bir sesi var. Kendi ifadesiyle bu ses ona, “tüm duygulara göğüs germe gücü veriyor.”


Hayko Cepkin - Sakin Olmam Lazım (2005)

Hayko Cepkin’in bu ilk albümündeki tüm şarkılar evindeki stüdyosunda kaydedilmişti. Acar, albümün çıktığı dönemde lisede olduğunu söylüyor ve o dönem bu albümün diğer müziklere göre daha farklı duygular hissettirdiğini belirtiyor. 

Duman - Duman I ve Duman II (2009)

Duman grubunun çift CD olarak hazırladığı albümün piyasaya çıktığı günlerde aşk acısı çekiyor olduğunu söyleyen Acar, “Albüm o dönem tüm yaşadıklarımın tadı tuzu olmuştu” diyor.

Cem Karaca – Tamirci Çırağı (1975)

Cem Karaca’nın müziklerini “bizden” olarak tanımlayan Acar’ın favori albümü 1975’te çıkan, Tamirci Çırağı ve Neredesin şarkılarının yer aldığı 45’lik. Acar, bu şarkıların bir yanıyla duygusal, diğer yanıyla da toplumsal gerçekçi olduğu fikrinde.


Mete Aker
meteaker@hotmail.com

Spam’lerden kurtulamayanlar bu yazıyı kesip saklasın


İstenmeyen elektronik postalar olan ‘spam’lerden kurtulmanın yöntemleri de mevcut. İşte spam mağdurlarına ipuçları

İnternet kullanıcılarının görmekten yorulduğu spam’ler,bilgisayarlar için tehlikeli ama aslında engellenmesi mümkün olan e-postalar.
Kullanıcının isteği dışında gönderilen reklam içerikli elektronik postalar olarak tanımlanan spam’ler, çoğunlukla reklam içerikli oluyor. 

“Benim e-posta adresimi nereden buluyorlar?” 

Uzmanlara göre, spam gönderilmesi için öncelikle e-posta adresinin spam gönderen kuruluşların eline geçmesi gerekiyor. E-posta adresini elde etmenin birçok yöntemi bulunuyor. İlk yöntem, e-posta’nın ya kullanıcıdan ya da internetten toplanarak yapılması. İnternet üzerindeki sitelerde, sitelerin ziyaretçi defterlerinde, bir siteye üye olurken verilen e-posta adresleri, spam gönderen kuruluşların ellerine geçebiliyor. Uzmanlar, bu konuda kullanıcıları uyarıyor: “Bu reklam iletileri, açıldıkça veya gelen bağlantılara tıklandıkça daha fazla gönderilmesine neden olur. Çünkü siz reklama açık bir internet kullanıcısı olduğunuzu göstermiş olursunuz.” Spam’in diğer bir yayılma yöntemi de virüsler. Bilgisayara bulaşmış bir virüs, adres defterindeki e-posta adreslerine anlamsız iletiler atarak o adreslerin de spam listelerine kaydedilmesine yol açıyor.

“Spam’lerden nasıl korunulur?”

“Öncelikle, bilgisayarınızı virüslere karşı koruyun. Güvenmediğiniz hiçbir siteye üye olmayın ve e-posta adresinizi vermeyin. Güvenseniz dahi üyelik kurallarını iyi okuyun.
Aradığınız bir dosyayı indirmek istediğinizde “linki görebilmek için üye olunuz” şartı koşan, belki de bir daha girilmeyecek forumlar için, e-posta adresinizi vermek yerine; belirli süre size e-posta adresi oluşturan birkaç yararlı internet adresini kullanabilirsiniz. Bunlardan ilki, www.guerrillamail.com. Herhangi bir kayıt gerektirmeden 60 dakika geçerli, geçici posta adresi veriyor. Site verilerinde, saatte 60 bine yakın spam iletinin karantinaya alındığı belirtiliyor. Bir diğer site olan www.10minutemail.com, 10 dakikalık geçici e-posta adresi sunuyor. Ancak bazı web siteleri bu tür sitelerden oluşturulmuş e-posta adreslerini kabul etmiyor. Bu durumda, bilinen bir e-posta sağlayıcısından, üyelik gibi durumlarda kullanmak üzere bir yedek e-posta adresi almakta fayda var.
Yaygın e-posta sağlayıcıların spam filtreleri ne kadar gelişmiş olsa da, kullanıcının dikkatli olması gerekiyor. Çünkü, spam yollayan sistem, şifre ve ya kredi kartı numaraları gibi kişisel bilgileri paylaşmak için kullanıcıyı kandırmaya çalışan sahte iletiler de gönderebiliyor. Bu uygulamaya kimlik avı deniliyor.”



Facebook’ta spam’den kurtulmak

Spam, sadece e-postalarda değil sosyal paylaşım sitelerinde de bulunabiliyor. Bunlardan biri de Facebook. Uzmanlar, kullanıcıların güvenlik önlemlerini alsalar da spam gönderimine maruz kalabildiğine işaret ediyor. Bundan kurtulmak için önerilen yollar şöyle: 


 • Hesap Ayarları menüsünde, sol listede çıkan Reklamlar’a tıklayın. “Üçüncü Şahıs Siteleri” ayarındaki düzenle seçeneğinden “Buna ileride izin verirsek, bilgilerimi şu kişilere gösterin” seçeneğini, “Hiç kimse” olacak şekilde değiştirin.
• Ardından yine sol taraftaki menü listesinde Uygulamalar’a gidin. Burada liste halindeki uygulamalardan bilinen, kullanılan, güvenli olduğuna inanılan uygulamalar dışında kalanları kaldırın. Bir diğer yöntem de sağ tarafta Düzenle’ye tıklayarak istenilen uygulamanın profiliniz üzerinden paylaşım yapmasını engellemek. 
• Ayarlar menüsünde Zaman Tüneli ve Etiketleme Ayarları’nı kullanarak, “Zaman tünelinde kimler paylaşımda bulunabilir?” seçeneğini “Sadece Ben” yaparak sayfada paylaşılabilecek olası uygunsuz içerik önlenebilir.
• Bağlantılara tıklamadan önce iki kere düşünmek gerekiyor. Kimsenin son model telefonu ücretsiz vermeyeceğini unutmayın. Facebook gizlilik esasları nedeniyle profilinize kimin baktığını görülmemektedir. Bunları vaadeden uygulamalar genellikle reklam amaçlı kullanılmaktadır.
• Şifre girilen web adreslerine dikkat edin. Dolandırıcılar, giriş penceresinin taklidini yapmış olabilir. Taklit bir sayfaya giriş yapmayı denediğinizde direkt olarak kendi veri tabanına kaydeder.


 Yusuf İnce
ysfncbau@gmail.com

Onedio tüm internet kullanıcılarına göz dikti!

Kurulduğu günden bu yana takipçi sayısını sürekli artıran Onedio.com, internet kullanıcılarını video ve fotoğraf galerilerine ağırlık veren içeriğiyle gündemden haberdar ediyor


 Dikkat çekici başlıkları, görselleri ve listeleriyle son zamanlarda Türkiye’nin en popüler sitelerinden biri haline gelen Onedio, dünyaca ünlü Buzz Feed gibi internet sitelerinin Türkiye’deki yansımalarından. Özgün içeriklerinin yanı sıra yabancı sitelerden çevirilere ve sponsorlu içeriklere de yer veren sitenin editörlerinden “AbSurD Man” rumuzuyla da tanınan Cihan Sarıgöllü, Onedio’nun öyküsünü Yeni Sayfa’ya anlattı

Onedio ekibine nasıl katıldınız? 

Onedio’ya katılmam biraz ilginç oldu. İçerik editörlüğü için tüm kriterlere uygundum ama “ya tutarsa” fikriyle başvuru yaptım. Aslında ofisin adresini görmemle iş değişti çünkü ofis kardeşimin çalıştığı binanın hemen yanındaydı. Olur da işe girersem gidiş gelişim kolay olur diye daha ciddiye alarak başvurdum. Hatta iş görüşmesinin sonunda kardeşimin buraya yakın bir yerde çalıştığını ve bu işin benim kaderim olduğunu ekledim. Galiba bu, alınmamda etkili oldu.

Onedio çok sık güncellenen bir site. Veri akışını nasıl sağlıyorsunuz?

İnternetin merkezinde olduğumuzdan en büyük kaynağımız o. Fakat bazı öğretici bilgiler veren içerikler için kitaplardan yararlandığımız oluyor. Bunlar genelde yabancı kaynaklar. Yani insanların farklı diller yüzünden ulaşamayacağı bilgiyi, biz içerik olarak insanlara sunuyoruz. Buzz Feed tarzı içerik sitelerinden kaynak belirterek bol bol çeviri yapıyoruz. Dediğim gibi insanlar farklı diller yüzünden bu tarz içeriklere uzak kalıyor ve Onedio burada bir köprü görevi görüyor. Bence yaratıcı içeriklerin yanı sıra böyle işlerin de bulunduğu bir platformuz.

Takipçileriniz arasında Onedio’nun ne zaman basılı hale geleceği sorusu da çok sorulur hale geldi...

Böyle bir düşüncemiz yok, olacağını da sanmıyorum. Gazetelerin bile kapanıp sadece internete odaklandığı bir dönemde, interaktif içeriklerin bulunduğu bir medya platformu basılı yayında epey eğreti durur.

Kısa süre içerisinde Türkiye’nin en popüler sitelerinden biri haline geldi Onedio. Bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Siteye olan ilginin sürekli olarak artıyor olması, doğru ve iyi işler yaptığımızı gösteriyor. Onedio okuyucuların içerik üretmesi yönüyle öne çıkıyor, isteyen herkes istediği gibi galeri yaratabiliyor, haber girebiliyor, video paylaşabiliyor. Bir şekilde Türkiye’deki internet kullanıcılarının büyük bir bölümüyle etkileşim halinde olmak gerçekten insana şevk veriyor. Mesela içerik yaparken ister istemez “Bunu birazdan birisi görecek ve günü şenlenecek” diye düşünüyorum.

Onedio’nun takipçi sayısı olarak hedefi ne?

Türkiye’deki tüm internet kullanıcıları 
desem abartmış olur muyum? Tabii bu benim isteğim, olursa harika. Sonuçta herkesin zevkine göre bir şey bulabileceği ve ekleyebileceği bir sosyal medya alanı burası. Gün geçtikçe Onedio’yu bilen insan sayısı artıyor 


 Nisa Gürbüz
nisagurbuz@hotmail.com

Gençlere öğüt veren çok!


Boccaccio’dan Jack London’a; Orhan Pamuk’tan Aziz Nesin ve Yaşar Kemal’e kadar pek çok yazar konularını hayattan alarak dostlarının, tanıdıklarının başından geçenleri öykü ve romanlarında kullanıyordu.

Tavsiyelerimiz yaşlanmış yazar adaylarına

Bazı alanlar kalem oynatmak açısından tedirgin edicidir. Yeni şeyler söylemek zordur, söylense dahi duyulamayacak kadar yoğun bir gürültü yumağı vardır ortada. Ben artık yaşlanmış yazar adaylarına seslenmek istiyorum, zira genç yazarların kulağının dibinde bağıra bağıra tavsiye verenler ziyadesiyle mevcut



Falanca yazar yazı yazarken kahve içermiş, bir diğeri yalnızca gündüz yazarmış… Daha somut örnekler de verilebilir elbette, Flaubert her gün pencereden dışarıya bakar ve gördüklerini yazarmış yazma disiplinini kaybetmemek için. Jack London otobiyografik romanı Martin Eden’de yazar olmak isteyen karakterine günde bin kelime yazdırıyordu. Bunları mecburi istikamet olarak tasavvur edip uygulama gafletine düşecek bir yazar adayı düşünsenize, apartman boşluğuna bakan penceresinden dışarıya gözleyip (!) günde buna dair bin kelime yazmak için kendini beyhude yıpratan ve sürekli kahve içen birinin hali ne kadar acıklıdır…

Yazarlığın “sihirli” formülü

Yazarlık özgünlükle mümkün, dolayısıyla (çok okumak ve çok yazmak düsturunu ayrı tutarak söylüyorum) başka yazarların nasıl yazdıkları da, o muazzam fikirleri nasıl buldukları da bir yazar adayı için salt magazinel değer içerir. Ama tabii, benim hedef kitlem yaşlı yazarlar olduğu için onların bunun çoktan farkına varmış, tüm o “Mükemmel yazarlık yeteneği formülleri” kitaplarından onlarcasını hatmetmelerine rağmen hala “aday” kalıp bir de bu yazıyı okuyor olabileceklerine olan inancıma dayanarak yazıyorum bunu… 
Ancak illaki bir formül gerekiyorsa, o da şu ortak özellik olabilir, yazarların bir bölümü, bir çırpıda öyle hiç olmayan, hiç yaşanmayan dünyalara gitmek yerine kendi dünyalarında biraz oyalanıyorlar… Gourmont “Maupassant bütün konularını kendisi bulmuştur, fakat başkalarının konularından esinlenen Boccaccio kadar derinlikli eserler yazamamıştır” buyuruyordu. Ayrımı iyi anlamak gerek, intihal çukuru ölümdür; basit esinlenmelerden söz ediyorum…

Yaşar Kemal romanlarında o olaydan esinlendi

Yaşar Kemal’in “İnce Memed” ve “Demirciler Çarşısı Cinayeti” isimli o büyük eserlerini ele alacak olursak, üstadın durup dururken aklına geliveren bir olaylar örgüsünü yazdığını söyleyemeyiz. Yaşar Kemal bu eserlerini yazarken gerçek olaylardan esinlenmişti. “Çiçek Gibi” kitabında Arif Keskiner bu esinlenmelere dair anılarını anlatıyor. Arif Keskiner’in ailesi kan davasıyla boğuşmaktadır. Keskiner’in amcası öldürülmüştür. Bir gün Keskiner’i ve amcasını tanıyan Yaşar Kemal, Keskiner’e ailesinin ve amcasın romanını yazmak istediğini söyler. “Acaba ailen ne der” diye sorar. Keskiner “Ailede kitap okuyan zaten iki kişiyiz. Bir ben, bir de kardeşim. İstediğin gibi yaz. Nasıl olsa aileden kimsenin haberi olmaz” yanıtını verir. Bunun üzerine “Demirciler Çarşısı Cinayeti” romanını yazar Yaşar Kemal. Tabii ki, romanı edebiyatımızın unutulmazları arasına sokan Yaşar Kemal’in mahareti, zekası ve hayal gücüydü ancak o bildiği coğrafyadan ve tanıdığı insanlardan yola çıkarak romanını gerçeklik temeline oturtmuştu.
Yaşar Kemal’e dair bir anı daha var konumuzla ilgili Keskiner’in kitabında. Keskiner’in anlattığına göre, çocukluk yıllarında Osmaniye civarında Memet Aslan isimli bir eşkıya varmış. Halkın bir kısmının hayran, bir kısmının düşman olduğu bir eşkıya… Hapisten kaçmalar, adam vurmalar, jandarmaya meydan okumalarla geçen bir hayatı varmış bu eşkıyanın. Keskiner, “İnce Memed” romanını yazarken bu eşkıyadan mı esinlendiğini sorar Yaşar Kemal’e. Yaşar Kemal okkalı bir küfrün ardından “Ne alakası var, sadece isim benzerliği” der… Yaşar Kemal bir eşkıyayı adıyla almış, yeniden yaratmıştır belki de, kim ne diyebilir…

Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı’da kimi anlattı?

Orhan Pamuk üzerinden de tezimizi kuvvetlendirebiliriz, “Öteki Renkler” kitabında söylediklerine bakalım: “Benim Adım Kırmızı’daki ailenin yaşadıkları, sınırlı olarak benim yaşadıklarım üzerine kurulmuştur. Benim de annemin adı Şeküre, Şevket diye bir ağabeyim var. Kitapta bir de Orhan göreceksiniz. Bir dönem de babamız uzaktaydı (romandaki baba da gidip gelmiyor.) Ben, annem ve ağabeyim birlikteydik.” 
“Benim Adım Kırmızı” nakkaşlar ve minyatür dünyası üzerine yoğunlaşır. Orhan Pamuk da yedi yaşından on dokuz yaşına dek ressam olmak isteyen biriydi. Üstelik Osmanlı resmi, yani minyatürle yakından ilgileniyordu. Kendi ifadesiyle söylemek gerekirse, “13 yaşında ortaokul öğrencisiyken 16. yüzyıldaki Nakkaş Osman’la, 18. yüzyıldaki Levni arasındaki üslup farkını biliyordu.” Anlaşılan o ki, Pamuk söz konusu romanında iyi bildiği şeyi yazmıştı. 

Aziz Nesin anılardan öykü çıkarırdı 

Günlük olayların sanata konu edilmesine Aziz Nesin’de de rastlarız. Halit Refiğ henüz genç bir sinemacıyken Alman bir yapımcıdan teklif almıştır. Aziz Nesin’e “Ben bir teklif aldım. Almanlarla müşterek bir film yapılacak. Bu konunun senaryo haline gelmesinde bana yardımcı olur musunuz?” diye sorar. Ancak bazı sebeplerden dolayı birlikte çalışamazlar. Sonrasında olanları Halit Refiğ “Düşlerden Düşüncelere Söyleşiler” kitabında şöyle aktarır:
“Aradan bir hafta on gün geçti. O tarihte çıkan mizah dergilerinden birinde Aziz Nesin, benim ona müracaatımı bir mizah konusu haline getiren bir hikaye yazmış. Adımı vermeden. (…) Benimle alay eden bir hikaye yazmış. Tabii buna üzüldüm. Ben ona üstad diye genç bir hayranı olarak gittim. O benimle alay eden bir hikaye yazmış.” Refiğ’in gücenmesi anlaşılabilir bir durum ve fakat Nesin için o vaka belki de sadece bir kıvılcımdı, kim bunun bir “yaratım” olmadığını söyleyebilir?
Bazı yazarlar en iyi bildikleri şeyi, coğrafyayı, insanları anlatarak; ancak tabii ki bunları sanatsal olarak yeniden yaratarak kaleme alıp büyük eserler çıkarmıştır, artık yaşlanmış yazar adayları belki burada feyz alınacak bir şeyler bulur…


 Hakan Güngör
hakant.gungor@gmail.com

Arşiv