1 Kasım 2014 Cumartesi

Enver Yücel Forbes Türkiye'nin kapağında

Forbes Türkiye'nin Kasım sayısında, Türkiye'deki 77 vakıf üniversitesi ve meslek yüksek okulu ile ilgili, Özer Turan imzalı "Akademi Savaşları" başlıklı bir haber-analiz yayınlandı. Haber şöyle başlıyor:

Bahçeşehir Üniversitesi'nin kurucusu Enver Yücel, yıllar önce bir ziyareti sırasında Koç Holding'in kurucusu Vehbi Koç'a "bir üniversite kurmalısınız" önerisinde bulunmuş. Vehbi Koç'tan aldığı şakayla karışık cevap, bugün 3,5 milyar lirayı aşan bir hacim yaratan vakıf üniversitelerinin ve üniversite kuran patronların ruh hallerini çok iyi yansıyor:* "Bu işte para var mı ki?"

İş dünyasının birçok büyük holdinginin ve birbirinden farklı profillere sahip onlarca girişimcinin yatırım yaptığı üniversite işinde gerçekten para var mı? Bu soruyu soracağınız hemen her üniversite kurucusundan aynı cevabı alırsınız: "amacımız para kazanmak değil, bilim üretiminde öncü olmak."

Dergide, Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel'e ayrılan bölüm "Yaratıcı Rekabet" başlığı ile sunuluyor. Bölüm şöyle:

Yaratıcı Rekabet


Enver Yücel kurduğu eğitim kurumlarıyla 500 milyon liraya yakın ciro üretiyor. Yurtdışında hayata geçirdiği yeni girişimler ise eğitim imparatorluğunu büyütmekteki kararlılığını gösteriyor.

Sektör ve eğitim kelimelerini yan yana anmak birçok üniversite kurucusunu zorlasa da, Bahçeşehir Üniversitesi'nin kurucusu Enver Yücel'in bakış açısı net: "Eğitim bir sektördür. Üretilebilir, tüketilebilir ve satılabilir." Bahçeşehir Üniversitesi ve Yücel'in başarısının ardında, yönetim yapısını bu bakış açısına göre organize etmesi var. Yücel'in kastı işin merkezine sadece karlılığı oturtmak değil. Ama eğitim alanında rekabetin doğru bir şekilde işleyebilmesi için bu bakış açısının kabul edilmesi gerektiğini düşünüyor. Haklı da! 200 milyon liranın üzerinde bir bütçeye sahip olan üniversitesini etkili bir şekilde yönetebilmek için bu rasyonelliğe ve ekonomik akla ihtiyaç var. Yücel de, bu anlayışın sektörde daha iyi oturabilmesi için Hüsnü Özyeğin gibi başarılı işadamlarının eğitim alanına daha fazla yatırım yapması gerektiğini düşünüyor.

Yücel'in üniversite için kurduğu stratejinin temelinde uluslararası bir kurum haline gelmek var. Bu sadece prestij için konulan bir hedef değil. Türkiye' de vakıf üniversitesi sayısı ve kontenjanının hızla arttığı bir ortamda rekabette 'burs verme' dışında stratejiler yaratmak gerekiyor. Yücel'in yaptığı da bu. Örneğin Bahçeşehir'in temsilcilikleri olarak yurtdışında açılan kurumlar bağımsız üniversitelere
dönüştürüldü. Bu yıl öğrenci almaya başlayan "BAU International University Washington" Yücel'in önemli adımlarından biri. 2004'te dilokulu kurarak başlattığı ABD'deki yatırımını, 10 yıl sonra Amerikan yasalarına göre diploma veren bir üniversite haline getirdi. Bir ayağını ABD'ye atan Bahçeşehir, Almanya'da kurulan "BAD International Berlin University" ile de Avrupa'ya girmiş oldu. Amaç İstanbul, Washington ve Berlin'deki üç üniversiteyi entegre hale getirerek öğrencilerine istedikleri yerden diploma almalarını sağlayacak bir yapı kurmak. "İstanbul'da başla, Berlin'de devam et, Amerika'da bitir ya da aynı anda iki ülkeden birden diploma al!"

Yücel'in bu stratejiyle başka bir planı da, yabancı öğrencileri sisteme dahil ederek hedef kitleyi genişletmek... Bahçeşehir Üniversitesi'nde bugün 100'e yakın ülkeden öğrenci öğrenim görüyor. Yabancı öğrenci sayısını artırmak için Yücel'in hamleleri devam edecek. Bu yıl Gürcistan, Batum'da bir 'tıp üniversitesi' kurulacak. Üniversite hastanesinin 2015'in ilk yarısında hizmete açılacağını söyleyen Yücel, bağımsız üniversite çalışmalarının da tamamlanacağını söylüyor. Aynı zamanda bölgede sağlık sektöründe ciddi bir açık oldugunu söyleyen Yücel, kurulacak hastanenin üniversite için önemli bir gelir yaratmasını bekliyor.

Yücel her yıl toplamda bir ayını yurtdışında geçiriyor. Kendisi yabancı dil bilmemesine rağmen yurtdışında kurduğu ilişkiler yaratıcı zekasının da göstergesi. "Kurulduğumuz ilk günden itibaren uluslararası ilişkilere ayrı bir önem verdik. Amacımız benzer yatırımları diger ülkelere de taşımak" diyor.

Enver Yücel komple bir egitim girişimcisi. Elbette tek gündemi üniversite değil. Sahip oldugu Bahçeşehir Kolejleri'nin yüzde 48'ini 2012'de dünyanın en büyük yatırım fonlarından Carlyle Group'a satan Yücel, yaratılan bu fonun tamamını ortaöğrenimde büyüyecek şekilde yeni okul açılışlarında yatırdı. Bugüne kadar 175 milyon dolara yakın yatırım yaptıklarını söylüyor. 10 yıl içinde 350 okul
ve 100 bin öğrenci sayısına (bugün 30 bin öğrenci) ulaşmayı planlayan Bahçeşehir Kolejleri her yıl 40'a yakın okul açacak. Sahip oldugu Uğur Dershaneleri'ni de hazırlık lisesine çevirerek "lise+dershane" modelini hayata geçiren Yücel'in bu girişimleri hem bağımsız gelir üreten hem de Bahçeşehir Üniversitesi'ni besleyen yapılar olarak eğitim vermeye devam edecek.

Enver Yücel'in yurtdışı planları kolejleri de kapsıyor. Üniversite kurmak için ABD, Almanya ve Gürcistan'da karar kılan egitim patronu lise yatırımı için İngiltere'yi düşünüyor. İngiliz Hükümeti, ülkedeki ortaöğrenim kurumlarının işletmelerini özel sektöre devretme kararı aldı. Enver Yücel de oluşan bu pastadan payalmak peşinde. İngiltere' de okul açmak ve işletmek için lisans almış durumda. 'Ortadoğulu girişimci' ön yargısını aşabilirse ülkede kolej işletmeciliğine girecek. Yücel, bu adımı daha çok kendini ispat etmek ve kurumuna prestij katmak amacıyla atıyor.

Yılda 200 milyon liranın üzerinde ciro yaratan Bahçeşehir Üniversitesi'nin yanı sıra Yücel'in sahip olduğu kolejlerin cirosu 200 milyon lirayı buluyor. Okullarına hizmet veren yemek ve basım şirketleri ise yaklaşık 100 milyon lira ciro üretiyor. Enver Yücel'in kurduğu eğitim ağı böylelikle birbirini besleyerek büyümeye devam ediyor.

*Metin dergide yer aldığı gibidir. Kelime "yansıtıyor" olmalı.

31 Ekim 2014 Cuma

Sevinç Satıroğlu Media Performances dersinde

Habertürk TV'nin Gün Doğarken programının sunucusu Sevinç Satıroğlu, BAU İletişim Fakültesi Galata Yerleşkesi'nde Media Performances dersinin konuğu oldu. Öğretim Görevlisi Mahmut Çınar'ın verdiği derse katılan Sevinç Satıroğlu, televizyonculuk deneyimlerini öğrencilerle paylaştı. Sunuculuk ve habercilik konusunda önemli bilgiler aktardı. Satıroğlu, öğrencilerin sorularını cevapladı. (Fotoğraf: Ece Kartal)

#6ncikat Cadılar Bayramı

BAU İletişim Fakültesi #6ncikat Cadılar Bayramı'nın birincisi yapıldı. Bayrama, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatoş Adiloğlu, aralarında İF Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Kemal Süher, İF Halkla İlişkiler Bölümü Başkanı Doç. Dr. İdil Süher, Prof. Dr. Nilüfer Narlı'nın bulunduğu öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Suher ailesi, gecenin "cadı ailesi" seçildi.







30 Ekim 2014 Perşembe

Radikal Gazetesi fotoğraf editörü Muhsin Akgün

 Objektifin ve fotoğrafın bütün hilelerini kullanırım  


Ansel Adams’ın dediği gibi “İyi fotoğraf için kurallar yoktur, sadece iyi fotoğraf vardır”. Yeni Sayfa’ya konuşan Radikal Gazetesi fotoğraf editörü Muhsin Akgün, kurgunun farkına varıldığı sürece iyi fotoğraf çekilebileceğini vurguluyor. Akgün için iyi fotoğraf; objektifin ve fotoğrafın bütün hilelerini kullanmaktan geçiyor

Mesleğe nasıl başladınız?
İlk işe başladığımda fotoğrafçı olayım veya dergide çalışayım gibi bir derdim yoktu.Öğrenciyken para kazanmam gerekiyordu çünkü giderler vardı. Evde karanlık odam vardı ve onun kimyasalları gerekiyordu,fotoğraf kartı ve film alıyordum. Bunların hepsi mark olarak ödeniyordu ve bu paraları bir yerden çıkarmam gerekiyordu. Ayda bir tane Ilford kart alınca güzel oluyordu. O zamanlar Ilford kullanmak önemliydi. Bu dönemde Günaydın ve Foto Spor’un spor servislerinde çalıştım.İki üç tane maça gidiyordum fotoğrafları çekiyordum,getiriyordum. Oyun gibiydi. Öğrenciye göre iyi para alıyordum. Bir de biz öğrenciyken Mavi Kart vardı ve bir ay boyunca her şeye binip her yere gidebiliyordunuz. Öğrenciyken o karta sahip olmak çok güzeldi.İlk tam mesaili işim Sabah Dergi Grubu’ndaydı. 97’nin Haziran ayında başladım orda çalışmaya. Yeni bir ortama girdim ve “Şimdi ne yapmak lazım?” diye sormuştum kendime. İlk bir kaç ay bocaladığımı hatırlıyorum. Hep onların kafasıyla “Ne isterler acaba?” diye düşünüyordum dolayısıyla ilk zamanlar panikle çekim yaptığımı hatırlıyorum. Daha sonra böyle devam edemeceğimi gördüm ve bir karar verdim.Bu zamana kadar nasıl fotoğraf çekiyorsam öyle devam etmem gerektiğini gördüm. Huzurlu hissettiğim gibi fotoğraf çekince hem çıkan işler farklı oldu hemde insanlar mutlu oldu.

Bir insanın hobisinin aynı zamanda işi olması bir lüks müdür?

Bu durumun avantajları ve dezavantajları var. Geldiğin noktaya bir bakıyorsun hobinin kölesi olmaya başladığını görüyorsun. Bir çarkın içindesin ve o çark sürekli seni çeviriyor. Diğer yandan fotoğraf çekmek istiyorsun, bundan para kazanıyorsun ve bu paraylada hayatını belli bir standartta yürütebiliyorsun. Özellikle fotoğraf çektiğin alanlar zaten ilgi alanlarınla bağlı yerlerse ne şahane! Ama dediğim gibi bir süre sonra konsere gidip sadece izleyemiyorsun. Sürekli aklından fotoğraf karesi geçiyor.Ben mutluyum ama herkes mutlu olacak diye bir kural yok.


‘Fotoğrafın matematiği belli, uygulanırsa güzel fotoğraf çekilir’


Kadrajı fotoğraflamak yoruma açık mıdır?
Tabi ki. ”İyi fotoğraf nedir?” diyorlar ve mesela bize okulda öğretiyorlar. Okullarda zaten belgesel akım almış başını gidiyor. Yeni yeni video art kullanılmaya başlanınca kurgunun farkına varıldı. Bizim dönemimizde böyle bir şey yoktu. Ben siyah-beyaz belgesel dönemindenim ama bizim şansımız Orhan Cem Çetin gibi hocalarımız vardı ve bizi araştırmamız için zorluyorlardı. İyi fotoğraf nedir? Altın kesim;kareye yukarıdan ve aşağıdan iki çizgi çekilir sonra konu birleşme noktalarından birine yerleştirilir ardından arkadaki leke dağılımı ona göre düzenlenir. Bu doğru fotoğraf diye söyleniyor. Siyah-beyaz fotoğraf çektiğimizi düşünerek söylüyorum, gri varsa doğru fotoğraftır.Mehmet Bayhan grinin sadece bir tonundan fotoğraf çekiyor ve kitap yapıyor. Kim o adama diyebilir ki bu yanlış fotoğraf? Fakat her zaman doğru fotoğraf isteniyor. Çok zor bir şey değil.Matematiği belli o uygulanırsa çekilir.Bir süre sonra ben rahatsız oldum ve bakış yönündeki boşluğu istediğim gibi kesmeye başladım. Ben 94’ten beri fotoğraf çekiyorum,hala küçük değişiklikler yapıyorum. Çekimde ve işlem aşamasında arayış içindeyim. Herkes içine sinen neyse onu kullanmalı.

Estetik kaygısı farkındalığı arttırır mı?


Benim fotoğrafım mükemmel olmalı.Hep ona dikkat etmeye çalıştım. Gazete için o kadar dikkat edemiyorsun ama bazı özel çekimlerde,gazete için de olabilir dışarıya da olabilir, bütün fotoğrafların her yerine müdahale etmek isterim. O fotoğrafı mutlaka estetik olarak en iyi şekilde sunmaya çalışırım. Objektifin ve fotoğrafın bütün hilelerini kullanırım.Bu yüzden kaygı farkındalığı arttırır. Bazıları bu kadar çok oyunun gözü rahatsız ettiğini düşünebilir ama ben estetiğin sonuna kadar kullanılması gerektiğini düşünüyorum.

Performans fotoğrafçılığı da yapıyorsunuz. Konsantrasyon ve adrenalin dengesini nasıl sağlıyorsunuz?

Konserde artık önceliklerin farklı oluyor ve konseri izlemiyorsun. Mesela konserlerde bazı kurallar vardır.İlk üç parçada çekim yapabilirsin.İçinden “Acaba elini gitarın yanına koyar mı?” diye düşünüyorsun. Elini oraya koyar veya koymaz bu tamamen şans. O yüzden senin bütün konsantrasyonun ve motivastonunun ışıklarda ve konumda olması gerekiyor. Sahnedeki insan senin için bir isim olmaktan çıkıyor ve konum oluyor. Eğer karşımdaki vokal hareketli ise beş dakika beklediğimi hatırlıyorum benim istediğim konuma gelebilmesi için. Kurgu kafasıyla düşününce fotoğrafı önceden çekmiş oluyorsunuz. Şartları sen belirlemiyorsun ama ne çıkarsa bahtıma da demiyorsun.

‘Gezi’de düzen ortamı vardı’


Kaos ortamında fotoğraf çekmek nasıl bir deneyimdi?
Kaos ortamında fotoğraf çekmek benim işim değil. Üniversitedeyken eylemlere giderdik fotoğraf çekerdik. Basın mensubu olunca gidiyorsun ve ne eylemcisin ne basınsın. Makinadan baktığın anda ortamla alakan kesiliyor.Bazen yürüyorsun bazen fotoğraf çekiyorsun.Benim için fotoğraf çekmek için gezi olayları kaos ortamı değildi Düzen ortamı vardı. Belki 31 Mayıs için kaos ortamı diyebiliriz. 

İyi portrenin püf noktası konuyu teslim almak mıdır?
Fotoğrafçılığın branşları vardır.Herkesin her fotoğrafı çekmesini hem ekipman anlamında hemde göz anlamında tercih etmemesi gerekiyor. Ben insanla çalışmayı çok seviyorum.Bana üç yüz tane ürün ver bu ürünleri çek de ben onu muhtemelen bir haftaya yayarım. Ama bana bir günde 10 kişiyi çekeceksin de iki saat içinde çekerim. Herkes fotoğraf çektirmeyi sevmiyor. Bu ünlüler için de geçerli. Fotoğraf çektirmeyi sevmeyenler için başka yöntemler gerekiyor. Ya zaman geçmesi lazım ya da seni tanıması lazım. Kişiyi teslim alabilmek için ikili ilişkilerin gelişmesi ve tecrübe gerekli.

Çektiğiniz eski fotoğraflarınıza baktığınızda mükemmelliyetçiliğinizin değiştiğini görüyor musunuz?
Bütün fotoğraflar iyidir ama iki gün önce çektiğim fotoğraftan bile soğuyorum.Gazeticilik temposunda çalışırsan her gün bir sürü çekim yaparsan böyle hissetmek kaçınılmaz.Çektiğin fotoğrafların hazzı kısa süreli oluyor. Önündeki çekime bakman gerekiyor.

“Kate Moss’u keşfetmek isterdim”


Stüdyo fotoğrafçılığı daha mı sanata yönelik?

Bir farkı olduğunu düşünmüyorum. en stüdyoda da çalışıyorum, film afişleri de çekiyorum hiç sanat durumu yok. Hatta stüdyo daha kısıtlıyor beni çünkü tek düze geliyor her şey bana.Bir oyun yapamıyorum o beni rahatsız ediyor.Işık oyunları yapıyorsun ama dış çekimi tercih ederim her zaman.

Sokakta sıradan insanların fotoğrafını çekmek istediğiniz oluyor mu?

Oluyor ama çekmiyorum. Sadece yüz değil aynı zamanda stili olanlar insanlar görüyorum.Belki çok iddalı bir yüz olur iletişime geçersin.Mesela Kate Moss’u keşfetmek isterdim.

2012’nin Ağustos ayında Avusturya’da Türk edebiyatçılarının fotoğrafını çekmişsiniz.Serginin konseptini siz mi belirlediniz?

Serginin editörü Özge Ercan’la yaptığımız bir projeydi. Bazı kriterler koyduk çünkü edebiyat sergisi denilince çok geniş bir alanı kapsıyor. Yaşar Kemal’den başla Orhan Pamuk’a kadar gidilir. Biz 40 yaşını geçmemiş ve yurt dışında çevrilme oranları yüksek olan 15 edebiyatçıyı seçtik.

Twitter ve Instagram kullanıyorsunuz.Twitter’da gazeteci kimliğiniz,Instagramda fotoğrafçı yönünüz mü ön planda?

Twitter’da eskiden Instagram’a koyduğum fotoğrafları ordan yayıyordum ama şimdi onu çok sık yapmıyorum. Twitter’ın ruhunda fotoğraf yokmuş gibi geliyor bana.Instagram’da iki hesap açtım ve bir tanesi ‘muhsinakgun’ olan diğeri ‘akgunmuhsin’ tamamen profesyonel fotoğraflar var. Ayrıca size tavsiyem blog veya internet sitesine yönelmeniz çünkü artık gazetecilik eskisi gibi yapılmıyor.T witter yeni gazeteciliğin nasıl olacağını gösterdi. Tamamen dijital döneme ayak uydurmaya bakın.

..................................................          ....................................................      

 1976 doğumlu. Yıldız Teknik Üniversitesi Fotoğraf Programı’nda eğitim gördü. 1995 yılında profesyonel fotoğrafçılığa başladı. Ağırlıklı olarak portre ve performans fotoğrafları çekiyor.
Fotoğrafları Radikal, Milliyet, Hürriyet, Sabah, New York Times, Guardian, Irish Times, Le Monde, The Christian Science Monitor Boston, Freitag Berlin, Chello, Du Magazine, Asian Art, Rolling Stone Türkiye, Empire Türkiye, Sinema, Roll, Express, Bir+Bir, Milliyet Sanat, Marie Claire, Varlık, Notos gibi ulusal ve uluslararası yayınlarda yayımlandı.
Profesyonel fotoğrafçı olarak, İKSV, Pozitif, Doğan Medya Grubu, İstanbul Modern Sanat Müzesi, Doğus Medya Grubu, Everest Yayıncılık, Doğan Kitap, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Metis Yayıncılık, Remzi Kitabevi, TMC Film, Tim’s Productions, Yasemin Özbudun Menajerlik, People Casting, Persona Casting gibi kurumlarla halen çalışmaktadır.

Pina Bausch’un “Nefes” projesinde çektiği fotoğraf, gösterinin uluslararası tanıtımında kullanıldı.
“Moda’nın Yüzü” başlıklı fotoğraf sergisi Ekim 2009’da İstanbul-Moda’da ve Mart 2010’da da Paris’te açıldı.
Son on yılda İstanbul’da gerçekleşen yabancı konserlerin fotoğraflarından oluşan “Söz ve Müzik: İstanbul” isimli fotoğraf kitabı Ekim 2010 tarihinde yayınlandı.
30. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında “30: İstanbul Film Festivali’nin 30 Yılından 20 Yönetmen” başlıklı sergisi Atlas Pasajında 19 Mart-17 Nisan 2011 tarihleri arasında sergilendi. Ayrıca aynı isimli kitap Nisan 2011 tarihinde yayınlandı.
Halen Radikal gazetesi Hayat, Kitap ve İki eklerinde fotoğraf editörlüğü yapmaktadır.

Hazan Celhunz
hazan_celhunz@hotmail.com




Bucaspor’un eksi yöneticisi, Altınordu’nun Başkanı Seyit Mehmet Özkan konuştu



 Salih Uçan’ı Ruslar istedi, annesi göndermedi
 1955 yılında İzmir Eşrefpaşa’da doğan Seyit Mehmet Özkan kimilerine göre futbolun Don Kişot’u ve yel değirmenlerine karşı savaşıyor; kimine göre ise Türk futbolu adına ilkleri gerçekleştiriyor. Özkan, futbolla İzmir’in sokaklarında tanışıyor. Metin Oktay gibi Türk futbolunun yapıtaşı olan isimlerle büyüyor. Babası ve çevresindekilerin futbol oynamayıp baba mesleği olan torna ve demir işleriyle uğramasını istemesine karşın gizli gizli mahalle arasında futbol oynamaya devam ediyor. Eğitim ve iş hayatı nedeniyle kesintiye uğrayan futbol kariyeri Bucaspor’un 1984’te yardım istemesi üzerine yöneticiliğe dönüşüyor. 1997 yılında Bucaspor’un finali kaybetmesi sonucu altyapının önemini kavrıyor. Buca Genç Takımı ve Buca Akademi ile ulusal ve uluslararası birçok başarıya imza atan Özkan, Bucaspor’u üst üste şampiyon yapıp 2011 yılında Süper Lig’e taşıyor. Yaşanan problemler sonucu Bucaspor’dan ayrılan Özkan’ın yolu, Altınordu ile kesişiyor. Halen Altınordu Kulübü Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüten, “Yabancı futbolcu oynatmam” ve “Türk futbolu gelişme kaydetmek için şirketleşmeli” açıklamasını yapan Seyit Mehmet Özkan’la bir Don Kişot’a dönüşme hikayesini ve futbolu konuştuk.

Süper Lig’in en çok tartışılan konularından biri yabancı futbolcu konusu. Sizin “yabancı futbolcu oynatmam” açıklamanız vardı. Futbolun gelişimi için yabancı futbolcu olmamalı mı?

Bu açıklamayı yaptığımda insanlarda “Kim bu adam? Nasıl böyle bir şey söyler?” gibi olumsuz bir anlayış oluştu. Bence Türk futbolunun Milli Takım ve kulüp takımı anlamında kurtuluşu da bu sistem üzerindedir. Biz Altınordu ve daha önce de Buca ile minik takımdan itibaren sistemli bir şekilde ve tamamen kendi yetiştirdiğimiz oyuncularla yakaladığımız başarıyı sadece yerli futbolcu oynatarak devam ettireceğiz. Yabancı oyuncular başta maddi olmak üzere kulüplere büyük yük getiriyor ve ülkedeki futbolun gelişmesine katkı sağlamıyor. Altyapıdan yetiştirdiğimiz ve teknik, taktik, mental eğitimler başta olmak üzere yetiştirdiğimiz oyuncularla başarıyı yakalayacağımıza inanıyorum. Altınordu Kulubü’yle de bu sezon PTT 1. Lig olmak üzere ilerleyen yıllarda da Süper Lig de dahil tamamen yerli ve kendi yetiştirdiğimiz oyuncularla oynayacağız.

Lejyoner takımla başarı sürdürülemez 


100. yılda 2023’te Avrupa’da başarı olacak mı? Hedefleriniz ne?

2023’te Süper Lig’in iyi kulüplerinden biri olmayı hedefliyoruz. Bu hedefler doğrultusunda Avrupa’da oynama da var tabi. Bizim ligde 1 yıl çaylaklık, 1 yıl kalfalık, 1 yıl da ustalık hedefimiz var. Bu sene PTT 1. Lig e yükseldik ve deneyim kazanmak için bu yıl PTT 1. Lig’de oynamayı, gelecek sezon için PTT 1. Lig’de şampiyon olup Süper Lig’e yükselmeyi amaçlıyoruz. 

Altyapıya yönelme fikri nasıl ortaya çıktı?

Bucaspor’da kulüp başkanı iken 1997’de Antalya’da Şekerspor’la play-off oynadık. Şekerspor’a yenildik. Şekerspor zor koşullarda kurulmuş bir kulüptü ama başında Celal Kıbrıslı vardı ve çok deneyimli bir antrenördü. Ben o gün lejyoner takımla başarıların sürdürülebilir olmayacağını anladım. Bir defalık ve sonuca ulaşmayan başarıyla bir şey olmayacağını anladım ve altyapıya yönelmeye karar verdim. Örneğin Altınordu Kulübü bu sene 6 Mayıs’ta şampiyonluk kutlaması yaptı ve PTT 1. Lig’e çıktı. Başarının devam etmesi için 7 Mayıs’ta gelecek sezonun planlamasını yapmaya başladık.

İlk 11’in 8 futbolcusu altyapıdan olmadan maça gitmeyeceğim


Altınordu maçlarına gitmeme sebebiniz de altyapıyla ilgiliydi sanırım…

Sahadaki ilk 11’in 8-9 futbolcusu kendi altyapımızdan çıkana kadar gitmeme kararım var. Dışarıdan alınan oyuncularla sağlanan başarı benim için başarı değildir, bundan dolayı maçlara gitmiyorum. Bu sezon ve gelecek sezondan itibaren bu sınırı yakalayacağımızı umuyorum. 

Futbolculara nasıl eğitim veriyorsunuz? Diğer kulüplere göre farklı olan hangi yöntemleri uyguluyorsunuz?

Almanya’daki Hoffenheim kulübünü örnek alıyoruz ve orada çocukların spor eğitimlerinin yanı sıra İngilizce, kültür, sanat eğitimleri de verildiğini gördük. Bu da bizim için örnek oldu. Eğitimlerimiz bu yönde ilerliyor. Bunun yanı sıra psikologlar ve diyetisyenlerle altyapıdaki çocuklarımızın zihinsel ve bedensel gelişimini de takip ediyoruz. Çocuklarımız hangi yönde eksik ise o yönde gelişmesini amaçlıyoruz. Kişilik gelişimine de çok önem veriyoruz. Kaygıyla baş etme, ekip bilinci oluşturma, stresle baş etme, zaman yönetimi konusunda ders veriyoruz. Kısacası tam donanımlı sporcu yetiştirmeyi amaçlıyoruz. Futbolcularla en az 3 yıllık sözleşme imzalıyoruz. Futbolcuların tüm ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Gıdasından giyimine kadar futbolcuya bir standart kazandırıyoruz. Kendisine kariyer planı yapmak istemeyen oyuncuyla çalışmıyoruz. Oyuncular altyapıdan itibaren maç analiz sistemiyle yetişecek, hangi alanda iyi olduğunu öğrenecek ve buna göre hareket edecek. Rıdvan Dilmen, “Ben Milli Takım’a gittiğimde Tanju Çolak’dan ayak içi ile vurmayı öğrendim” dedi. Oysa bu eğitim 10 yaşından itibaren verilmeli. Akademi ligleri Türkiye’de U 14 den başlıyor. Akademi ligleri 10 yaş ve altına çekilirse Türk futbolcuları her alanda başarıya ulaşır. 

Futbol sektörümüz her yıl açık veriyor 

Kulüplerin şirket olmasının ne gibi bir yararı var? 

Sporun profesyonelleştiği dönemde 40’lı, 50’li yıllardan kalan dernek modeline bağlı olan kulüp sistemi çağın çok gerisinde kalıyor. Bu durum da günümüz futboluna ve yönetim sistemine hiç uymuyor. Hızlı karar almak ve kısa zamanda çok iş yapabilmek için şirketleşmek en iyi sistem. Altınordu’da 1,5 yıl içerisinde normal dernek olan kulübün 15 yılda yapacağı gelişmeyi kaydettik. Bu durum da şirket olmanın en büyük faydasıdır. 

Genelde şirketleşince para kazanılıyor gibi bir görüş var ama durum öyle değil. Ben ABD’de uygulanan sosyal girişimcilik sistemini uyguluyorum ve amacım sadece iyi birey, iyi vatandaş ve iyi futbolcu yetiştirmek. Ayrıca Türkiye’de futbol sektöründe yıllık 900 milyon Euro bütçe var ve her sene 200 milyon Euro açık veriliyor. İngiltere Premier Lig’de kulüpler şirketleştiği için genel anlamda her sene kâr ediyor. Bütçede transfere, altyapıya, personele ve diğer masraflara ayrılacak tutar çok katı kurallara göre belirlendiği için maddi başarı getiriyor. Sağlanan maddi başarı da haliyle sportif başarıya dönüşüyor.

Salih’in ailesi Kazan’ın haritadaki yerini görünce... 

Salih Uçan’ın satılması ile ilgili pişmanlığınız var mı?

Salih oyun yapısı itibariyle çok özel bir oyuncu. Bucaspor’da iken yerli ve yabancı birçok kulüp teklifte bulunmuştu. Biz de kulüp olarak Rubin Kazan ile anlaşmıştık ve iş Salih’e kalmıştı. Salih’in annesi ve babasına bir arkadaşımız Kazan’ın haritadaki yerini sorunca ve ailesi Kazan’ın Orta Asya’ya yakın olduğunu görünce beni bir hışımla aradılar ve Salih’i oraya yollamayacaklarını belirttiler. Biz de sonra Fenerbahçe ile anlaştık ve oraya transfer oldu. Bence Salih’in geleceği çok parlak; daha 94 doğumlu ve mutlaka Avrupa’da ülkemizi başarı ile temsil edecek bir futbolcu olacaktır.

Samet Gümüş
gumus.samet@hotmail.com

Çayımızı eski bir zamanda yudumlarken…


Sirkeci Garı’ndaki çay ocağı, unutulmuş bir anılar külliyatı adeta. Çay ocağında bugün, garın geçmişteki hareketli ve hayat dolu havasından eser yok


 Sirkeci’de Devlet Demiryolları’na (TCDD) ait çay ocağı garın restorasyona alınmasının ardından yok olmakla karşı karşıya. Yaklaşık 15 yıldır Sirkeci Garı’nda çalışan Bülent Yıldız ve Mustafa Yıldız, “Gar restorasyona girecek. Restorasyonun ardından garda çay ocağına yer verilmeyebilir” dedi. Çay ocağı herkese açık ancak garın içinde olduğu için pek fark edilemiyor. Müdavimleri ise çoğunlukla, TCDD’den emekli olan eski gar çalışanları. Mustafa Yıldız “Eskiden yolcular treni beklerken gelir çay içerdi. Emekli olan olmayan herkes oturur sohbet ederdi. Önce Edirne treni kaldırıldı ardından Halkalı banliyösü tadilata alındı. Marmaray açıldı ancak ona gelenler işine koşturan, telaşı olan insanlar. Bu yüzden biz de eskiden bilen ve hala gelen kişilerle ayakta duruyoruz” ifadelerini kullandı. 

Haluk Çobanoğlu: Anıları ve tarihi yok ediyorlar

Sirkeci Garı çay ocağının müdavimlerinden belgesel fotoğrafçı Haluk Çobanoğlu, çay ocağıyla ilgili şunları söyledi: “Benim oradaki anılarım 70’li yıllarda başlar. Fotoğraf malzemeleri Sirkeci’de bulunduğundan bu çay ocağı da malzemeleri alıp ardından dinlendiğim bir mekan olmuştur. Garın yan tarafında ülkenin her şehrinden mallarını satmaya gelen nakliyeciler vardır ve onlar da çay ocağında dinlenir. Nakliyecileri dinlerken bir Türkiye haritası çıkartabilirsiniz. Kamuya açık halk merkezleri olması gereken yerlerin bu şekilde ticarileştirilmesine ve kazanç merkezleri haline getirilmesine çok karşıyım. Sadece bir çay ocağını değil anıları ve tarihi de yok ediyorlar” 

Damla Aydemir
dammlaa@gmail.com

Sokakta müziğin merkezi İstiklal Caddesi

İstanbul denince akla ilk gelen yerlerden biri olan İstiklal Caddesi, kentin ruhunu biçimlendiren önemli noktalardan biri. İstiklal Caddesi’nin her bir köşesini sahneye dönüştüren müzisyenlerse İstiklal’in vazgeçilmezleri

 İstanbul’da sokaklarında müziğin en yoğun olduğu merkezlerden biri burası: İstiklal Caddesi. Bağlamadan kemana, akordeondan santura, gitardan vurmalı çalgılara kadar türlü müzik enstrümanının ritmi, akıp giden kalabalığa karışıyor. Türkçe, Kürtçe, İspanyolca, İngilizce gibi birçok dilde şarkılar söyleniyor. Taksim Meydanı’ndan Tünel’e doğru inerken cadde boyunca birçok farklı tarzdan müzisyene rastlamak mümkün. Kimisi kendini “sokak müzisyeni” olarak tanımlıyor, kimisi “müzisyen, müzisyendir, sokağı salonu fark etmez” diyor.

Her telden müzik

Her yanda ayrı bir ses çalınıyor kulağınıza. Kültürden kültüre, bir duygudan ötekine geçerken buluyorsunuz kendinizi. Bazen müziğin etkisine kapılıp duraksıyorsunuz. Bir anda yanınızda 20-25 kişi oluveriyor. Bir yandan müziği dinlerken, diğer yandan müzisyenlerin enstrümanlarıyla olan dansına dalıyorsunuz. Her şey spontane, sokağın ruhuna uygun. Kemençe eşliğinde horon vururken 
bulabilirsiniz kendinizi., az ötede çekilen halayın ritmine de kapılmışken de... 

Bilet yok, konser var

Müziğin ‘pazara’ dönüştüğü çağda, müziğe bu kadar yakınken, ‘pazar’dan bir o kadar uzak olabiliyorsunuz. Müziğin değerini ‘piyasa’ belirlemiyor sokakta. Müzisyenin emeğinin karşılığı ise bir şekilde veriliyor. Herkes bütçesine göre, ‘gönlünden ne koparsa’ atıveriyor müzisyenin kesesine. Bilet alınmadan gidilemeyen konserlerden rol çalıyor sokaktaki müzisyenler. Müzik sokakta herkese eşit ve sınırsız ulaşıyor böylece.

Sokağın cefası müzisyene

Sokakta müzik yapmak dinleyici için ne kadar güzelse, müzisyen için o kadar zor olabiliyor bazen. Sokağın türlü zorlukları var. Müzisyenler en başta zabıtalardan şikayetçi. Kimisi “o sorunları da aştık” dese de, kimileri “hâlâ uğraşıyoruz” diyor. Müziğin sesi yüksek diye zabıtalar tarafından müzik yapmalarının engellenmesiyle karşılaşanlar var. 
Bazıları da hava koşullarından şikayetçi. “Kışın çok zor oluyor” diyorlar. Sokakta müziğin cefasını müzisyen çekiyor, sefasını dinleyici sürüyor.*

 *kozmoistanbul.blogspot.com

Tarihin ve edebiyatın sıradışı tanığı: GALATA


 Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin bulunduğu Galata, Türkiye’nin basın, sanat ve siyaset tarihinde çok çarpıcı olaylara ev sahipliği yapmış bir semt

 İstanbul’un tarihi semti Galata, Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım, ilk basın şehidi Hasan Fehmi, şairler Ümit Yaşar Oğuzcan, Orhan Veli, Bedri Rahmi Eyüboğlu, yazar Ziya Osman Saba gibi Türkiye’nin önemli simaları için unutulmaz bir yer olmuştu. Bu semt, basın ve edebiyat tarihinin çok kritik olaylarının tanığıydı.

İlk basın şehidini köprüde vurdular

Osmanlı’nın 31. sultanı I. Abdülmecid’in annesi Bezmiâlem Sultan tarafından 1845’te ahşap olarak yaptırılan ve günümüze dek defalarca yenilenen Galata Köprüsü’nde, Türkiye’nin ilk basın şehidi verildi. Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi, 6 Nisan 1909’da Galata Köprüsü’nü geçerken kurşunlandı. 

Hıfzı Topuz’un “Türk Basın Tarihi” kitabında belirttiği gibi, “İttihatçılara karşı koyan Serbesti gazetesinin yazıları aydın çevrelerde geniş yankılar uyandırıyordu. İttihatçılar Hasan Fehmi’yi susturmak için önce kendisine gözdağı verdiler, fayda etmedi.” Hasan Fehmi’nin katilleri “bulunamadı.” Öldürülen bir başka gazeteci olan Ahmet Samim de, 9 Haziran 1910’da Eminönü’nde vurulmuştu.

Hapisteki Nazım’ın annesinden eylem

1949 yılında Galata Köprüsü, çok önemli bir eyleme ev sahibi olacaktı. Bir anne, oğlunun affedilmesi ve cezaevinden çıkması için köprü üzerinde eylem yaptı. O anne, Celile Hanım, oğlu da, Türkiye’nin en büyük şairlerinden Nazım Hikmet’ti! 

O dönemde Nazım 10 yılı aşkın süredir cezaevindeydi. Aydınlar bir kampanya başlatarak Nazım’ın özgürlüğüne kavuşması için mücadele ediyordu. Tevfik Çandar “Türkiye’nin Demokrasi Tarihi” kitabında eylemle ilgili şunları yazıyor: “Nazım’ın annesi de; ‘Oğlumu bağışlayın’ yazılı bir pankartla Galata Köprüsü’nde dolaşarak kampanyayı destekledi.” 
Eylem büyük ses getirdi. Ancak Nazım’ın cezaevinden çıkması 1950 yılını bulacaktı…

O şairin oğlu Galata Kulesi’nde intihar etti

Galata, 6 Haziran 1973’te bir intiharla sarsıldı. 17 yaşında bir genç, Galata Kulesi’nden atlayarak intihar etti. İntihar eden genç, Vedat Oğuzcan, kendisi de defalarca intihara teşebbüs etmiş, şair bir babanın oğluydu. Babası, Ümit Yaşar Oğuzcan’dı. Ümit Yaşar’ın, oğlunun vefatının ardından yazdığı şiir ise edebiyatımızın unutulmazları arasına girdi: 
“(…) Küçücüktü bir zaman/ Kucağıma alır ninniler söylerdim ona/ Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni/ Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat/ 6 Haziran 1973/Galata Kulesi’nden bir adam attı kendini/ Bu nankör insanlara/ Bu kalleş dünyaya inat/ Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona/ Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat.”

Ziya Osman Saba ve Orhan Veli’den Bedri Rahmi’ye 

Ziya Osman Saba’nın “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi” kitabında “O akşam işimden erken çıkabilmiştim. Şöyle Beyoğlu’na kadar bir uzanayım, dedim. Köprüden, saatlerdir pis hava ile dolmuş ciğerlerimin teneffüs hakkını vererek, Haliç’i ve Boğaziçi’ni selamlayarak geçtim” der. Haliç’i ve Boğaziçi’ni selamlayarak geçtiği o “köprü”, Galata Köprüsü’nden başkası değildir.
Galata Köprüsü’nde yürümeyi seven şairlerden biri de Orhan Veli’dir: “Dikilir köprü üzerine/Keyifle seyrederim hepinizi/Kiminiz kürek çeker, suya suya/ Kiminiz midye çıkarır dubalardan/ Kiminiz dümen tutar mavnalarda/ Kiminiz çimacıdır halat başında/Kiminiz kuştur, uçar, şairane (…).”


 Galata Kulesi’ne bakıp düşüncelere dalan bir şairimiz de Bedri Rahmi Eyüboğlu’ydu: “İstanbul deyince aklıma kuleler gelir/ Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır/ Ama şu Kız Kulesi’nin aklı olsa/ Galata Kulesi’ne varır/ Bir sürü çocukları olur.”






 Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’ın, 1949 yılında Bursa Cezaevi’nde yatan oğlunun serbest bırakılması için Galata’da yaptığı eylem gazetelere de yansımıştı. Büyük yankı uyandıran eylem aydınlar tarafından da desteklenmişti. O dönemde pek çok komünist gibi Nazım Hikmet de fikirlerinden dolayı hüküm giymişti. 
















Hakan Güngör
hakant.gungor@gmail.com

Çok izlenen dizilerin senaristi Birol Güven anlattı

Dizi senaryosu nasıl yazılır? 

Ayrılsak da Beraberiz, En Son Babalar Duyar, Çocuklar Duymasın, Seksenler, Doksanlar gibi dizilerin senaristi Birol Güven, dizi senaryosu yazmanın püf noktalarını anlattı. İşte Birol Güven’den, senarist olmak isteyenlere tavsiyeler:

* Bu işin dersinin olabileceğine, öğretilebileceğine pek inanmıyorum. Kimse size öğretemez. Herkes bir ezberi bozma peşinde. Bunun için de yapılan her şeyi bilip yapmamak gerek. Ama yapılana da kafa yormak gerekiyor.

* Ben ne öğrendiysem, onu kullanmadım. Tavsiyem şudur, her şeyi öğrenin ama yapmayın çünkü zaten yapılıyor.
* Sinemada işler bence daha kolay. Karanlık, kapalı ortam, telefonlar kapalı. Özellikle altını çizerek söylüyorum, kolay. En önemli anı sona saklayabilirsiniz. Televizyonda ilk 5 dakikada işini halletmezsen kovulursun. Verin bakalım sinema izleyicisinin eline bir kumanda, neler olacak…

* Yıllar önce Kadın İsterse diye bir dizi yaptım. İlk kez reyting meselesine o zaman kafa yordum. O dönemde bizim dizimizle Sihirli Annem dizisi aynı gün yayınlanıyordu. Sihirli Annem çok izleniyordu. “Pazar akşamı Sihirli Annem varken başka dizi tutmaz” deniyordu. Dizi Kanal D’deydi ve Kanal D saat 20:30’da reklam veriyordu. Reklam sırasında izleyicinin yüzde 80’i kanal değiştirir. Biz de bizim dizide, saat 20:30’a gelen sahnelerde çocuklara tatlı gelecek sahneler yazdık. Zaman içinde bu yöntem işe yaradı. 6 hafta sonra da Sihirli Annem gün değiştirdi. Reyting meselesini çözmek gerekir.

* Pek çok melodram yayından kaldırıldı. Çünkü halk artık sıkıldı. Çok iş yapabilecek melodramlar ekranlara veda etti. Doğru işleri yanlış zamanda yaptılar. Ezber bozmanın tam zamanı şimdi.

*Seksenler dizisi iyi bir fikirdi. Türkiye’deki insanların müthiş bir nostalji isteği vardır.

* Benim bütün numaram şu: Ben bir tespit yapıyorum ve hikayeleşiyor. Ben sadece günlük hayatı anlatıyorum.

* “Sonunda ne olacak” sorusu o kadar da önemli değildir. Ben seyirciden bir şey saklamam. Ne olacak değil, nasıl olacak sorusu önemlidir. Dünya’nın en çok izlenen filmi Titanic’tir ama herkes sonunu zaten bilmektedir.

* Ben yaptığım işlerde empati yaratmak istiyorum. İzleyici, karakterler için “Aynı benim babam, tıpkı benim annem” dedirtirsem başarılı oluyorum.

* TV senaryosu, bir beklenti yaratıp asla o beklentinin gerçekleşmemesi halidir. Seyircinin gazına gelmemek gerekir. Seyirci her şey hemen olsun ister. Ama istediği olursa başka kanala geçer.

* Senaristler genelde bilgisiz. Seti bilmiyorlar. Senaryo yazmak için seti bilmek gerekir. Reji asistanı, kostümcü, hatta çaycı olarak bile olsa seti bilmek, öğrenmek senarist olmak için çok önemlidir. Yazmaya başlamadan önce bir iş bulup sette çalışmaya bakın.

* Steven Spielberg, bir kibrit kutusu kadar kağıda projesini yazıp derdini anlatamayanlarla çalışmazmış. Ürettiğiniz şeyi insanlara kısaca anlatabilmek gerekir.

* İyi senarist fikir beğenmez, kıskanır. Birilerini kıskanıyorsanız, bu işe girmişsinizdir.

* Ben dahil herkesin peşinden koştuğu şu: “Nasıl devam edecek bu dizi?” Her hafta senarist, yönetmen; nasıl yapacağız, ne yapacağız diye düşünür. Beğendiğiniz dizilere hikaye gönderin. Herkes hikaye arıyor. Yeni bir şey yapmak mesele değil, yeni olanı devam ettirmek önemli. Ama kimseye 40 sayfa e-posta atmayın, okunmaz. Kısaca yazın. Dizileri iyi takip edin, “Ben bu dizileri daha iyi hale nasıl getiririm” diye düşünün.
Hakan Güngör
hakant.gungor@gmail.com

BAU Galata Cadılar Bayramı’na hazır

Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi #6ncikat öğrenci inisiyatifinin hazırladığı Cadılar Bayramı partisi yarın BAU Galata’da. 

İletişim Tasarımı öğrencileri atarfından oluşturulan ¡6ncikat öğrenci inisiyatifi 31 Ekim’de BAU Galata’da Cadılar Bayramı partisi organize edecek. Öğrencilerin bir araya geleceği, eğlenebileceği ve tanışabileceği bir ortam yaratmayı da amaçlayan partiye Erasmus öğrencileri de büyük ilgi gösteriyor. En İyi Kostüm ve En İyi Çığlık Ödülleri’nin verileceği parti, yaratıcı organizasyonlara evsahipliği yapacak..Yiyecek-içeceğin, müziğin ve sınırsız eğlencenin vaat edildiği parti öğrenci ve mezunlara unutulmaz bir gece yaşatacak.

Kostümlü katılımın zorunlu olduğu partinin biletleri 60 kişiyle sınırlı. Ayrıntılı bilgi ve müracaat için İletişim Tasarımı öğrencilerinden Dilge Özdemir, Merve Gürel ve Mert Subay ile iletişime geçilebilir.

29 Ekim 2014 Çarşamba

Yücel New York'taki bayrak çekme töreninde

Cumhuriyet Bayramı'nda New York, Wall Street Bowling Green Park'taki geleneksel Türk bayrağı çekme törenine Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel de katıldı. Türk bayrağı ve BAU bayrağını göndere çeken Yücel'e bir plaket sunuldu. Törene, New York Başkonsolosu Ertan Yalçın, Başkonsolos yardımcıları, Türkiye'nin BM Askeri Ataşesi, BM Türkiye Daimi Temsilciliği Basın Müşaviri, Her şey Türkiye İçin Platformu üyeleri ile ABD'deki Türk toplumundan temsilciler katıldı. Geceyarısı Ekspresi (Alan Parker, 1978) filminin çıkış noktası kitabın yazarı Bill Hayes de törene katıldı ve Türk bayrağı çekti. New York Başkonsolosu Ertan Yalçın, "Bir bayrak töreninde bayrak çekerek kendisi için bir özür rahatlama olacağını söyledi. Umarım öyle olur. Bu yılki törenimizin anlamı buydu" diye konuştu.

Soma'dan beş ay sonra

Soma'da 301 işçinin hayatına mâl olan maden faciasından beş ay sonra bu kez Karaman'ın Ermenek ilçesinin Güneyyurt beldesindeki kömür ocağını basan su nedeniyle 18 işçi mahsur kaldı. Suyu tahliye çalışmaları sırasında debinin artması yüzünden işçilerin sağ kurtarılması umutları azaldı. Has Şekerler Madencilik Şirketi'ne ait maden ocağını daha önce üç kez su bastığı, Haziran'da yapılan denetimlerde eksikliklerden dolayı 9 bin lira idari para cezası uygulandığı da ortaya çıktı. Torba Yasa'dan sonra şirketin yemek ve servis hizmetini kesmesi nedeniyle 45 gün iş bırakan madencilerin, tazminat ve çıkışları ödenmediği için işe geri dönmek zorunda kaldığı belirtiliyor. İşçilerin, altı saatlik mesaileri sırasında öğle yemeklerini de maden dışında yemelerine izin verilmiyordu. Şirketin bir yetkilisinin katıldığı televizyon programında "Başımız sağ olsun. Hani bir laf var ya kaçanın anası ağlamaz" sözleri tepki çekmişti. Maden kazası nedeniyle Cumhuriyet Bayramı kutlamaları çerçevesinde düzenlenecek eğlenceler iptal edildi. Soma ile ilgili haberi Yeni Sayfa'nın birinci sayısında okuyabilirsiniz. (fotoğraf: DHA)

28 Ekim 2014 Salı

YouTube'dan ücretli video hizmeti

YouTube'un yakında ücretli video hizmeti de başlatması bekleniyor. YouTube CEO'su ve eski Google Reklam Müdürü Susan Wojcicki, re/code'un Los Angeles'ta düzenlediği Code/Mobile Konferansı'nda yaptığı konuşmada, "YouTube şu anda reklamlardan destek alıyor. Bu çok iyi çünkü milyarlarca kullanıcıya ulaşabiliyoruz. Ama artık kullanıcıların reklam seyretmek istemediği bir nokta var" dedi. Wojcicki, "Kullanıcılar ya reklamları seçecek ya da bir ücret ödeyecek. Çok ilginç bir model. Kullanıcılara ne gibi seçenekler sunabileceğimizi araştırıyoruz" diye konuştu. YouTube, geçen yıl 5.6 milyar dolar brüt gelir elde etmişti. Şirketin bu kararı Netflix ve Amazon'la daha iyi rekabet edebilmek amacıyla aldığı ileri sürülüyor. YouTube, daha önce reklamsız müzik hizmeti planladığını açıklamıştı. (recode.net)

İstanbul Kitap Fuarı 8 Kasım'da

33. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, 8 Kasım'da açılacak ve 16 Kasım'a kadar sürecek. Fuar, hafta içi 10.00-19.00, hafta sonu 10.00-20.00 arasında gezilebilecek. TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi - Büyükçekmece'deki fuarda 850 yayınevi yer alacak. Fuarın bu yılki temalarından biri "Sinemamızın 100. Yılı" olacak. Bu çerçevede 50 etkinlik düzenlenecek. Fuarın ülke onur konuğu Macaristan olarak belirlendi. Macar kültürü, "Macaristan: Bir Bahçeden Bir Bahçeye" başlığı altında tanıtılacak. Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez, Kolombiya Büyükelçiliği'nin düzenleyeceği programla anılacak. (istanbulkitapfuari.com)

Taşçıyan SİYAD'tan istifa etti

Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Başkanı Alin Taşçıyan görevinden istifa etti. SİYAD'tan yapılan açıklamaya göre, Taşçıyan'la birlikte asil üye Elif Tunca da ayrıldı. Yönetim Kurulu'nda boşalan iki üyeliğe yedek listeden Şenay Aydemir ve Janet Barış getirildi. Yönetim Kurulu'nda İkinci Başkan Melis Behlil başkan, Uğur Vardan İkinci Başkan seçildi. SİYAD Yönetim Kurulu görevini 2016 Aralık ayına kadar sürdürecek. Radikal'in haberine göre, Taşçıyan ve Tunca'nın istifasında Antalya Altın Portakal Film Festivali'ndeki sansür ve sinema yazarlarının aldığı karşı tavır etkili oldu. 75 SİYAD üyesi, derneğin sansür konusuna yeterince tepki göstermediği gerekçesiyle sert bir açıklama yapmıştı.

En çok Altın Portakal haberleştirildi

Hakkında en çok haber yapılan film festivali, 5 bin 66 haberle Altın Portakal oldu. Ajans Press'in 23-24 Ekim tarihlerinde 3 bin yayın üzerinden hazırladığı araştırmaya göre, Adana Altın Koza Film Festivali, 2 bin 702 haber ile ikinci sırada yer aldı. Üçüncü sırada ise 2 bin 314 haberle İstanbul Film Festivali bulunuyor. İKSV'nin düzenlediği Filmekimi 366 habere konu oldu. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali 140 haberle değerlendirildi. Bu yıl, uluslararası, ulusal ve bölgesel toplam 29 film festivali ve ödül töreni düzenlendi.

Brezilya Neymar'la gelecek

Türkiye'nin 12 Kasım'da özel bir maçta karşı karşıya geleceği Brezilya'nın kadrosu açıklandı. Brezilya Teknik Direktörü Carlos Dunga, kadroya Barcelona'nın golcüsü Neymar'ı dahil etti.

Dunga'nın kadrosuna katması beklenen Galatasaraylı Felipe Melo, Alex Telles ile eski Fenerbahçeli Alex de Souza da Brezilya Milli Takımı'nda yok.

Maç, Şükrü Saracoğlu Stadı'nda saat 20.30'da başlayacak. Biletler, bilet.tff.org üzerinden satışa çıkarıldı. Bilet fiyatları 30 ile 80 lira arasında değişiyor.

Türkiye, A Milli Takım düzeyinde ilk kez 1956'da, son defa 2007'de, toplamda 5 kez karşılaştığı Brezilya'yı hiç yenemedi. 3 maç yenilgi, 2 maç beraberlikle sonuçlandı. Türkiye'nin 3 golüne karşılık, Brezilya 6 gol kaydetti.

Brezilya, 18 Kasım'da da Viyana'da Avusturya ile karşılacak. Brezilya Milli Takımı kadrosu şu isimlerden oluşuyor:

Kaleciler: Rafael Cabral, Neto, Diego Alvares
Stoperler: David Luiz, Marquinhos, Thiago Silva, Miranda
Kanat bekleri: Mario Fernandes, Alex Sandro, Filipe Luis, Danilo
Ön liberolar: Luiz Gustavo, Romulus, Fernandinho, Casimir
Orta saha: Oscar, Roberto Firmino, Willian, Philippe Coutinho
Forvetler: Neymar, Luke, Luiz Adriano, Douglas Costa

Sarılmanın cezası olur mu?




"Sarılmanın cezası olur mu?" BAU İletişim Fakültesi Yeni Medya Bölümü öğrencileri Cansu Uçar, Narod Avcı ve Dilan Menteş'in, Öğretim Görevlisi Mahmut Çınar'ın verdiği Convergence Journalism dersi için yaptıkları proje, YouTube üzerinden binlerce kez paylaşıldı. Projede, Eminönü'nde halka "sarılma" ile ilgili sorular yöneltiliyor ve bu konudaki görüşleri alınıyor.

Bir genç, birkaç gün önce İstiklal Caddesi'nde, "Sana güveniyorum, sen de bana güveniyorsan sarıl bana" yazısıyla gözleri bağlı, kolları açık şekilde beklemişti. Caddede bulunanların bir süre tepkisiz kaldığı sosyal deney sonrasında birçok kişi gence sarılmış ve büyük bir kalabalık oluşmuştu. Polisler gence, "çevreye rahatsızlık verdiği" gerekçesiyle 91 TL para cezası kesmişti.

Yeni Sayfa'nın Karaköy önerileri

Her gün bir başkası açılan mekanlara yakından bakmak ve BAU Galata’nın içinde bulunduğu mahalleyi daha iyi tanımak için Karaköy sokaklarında dolaştık. Konuklarının yüzlerinin güldüğü mekanlara objektifimizle uzandık. Kah Gakkı’da aldık soluğu kah Bando’da...

Sıla Ağgül - Ela Emeksiz / Yeni Sayfa

Alles Coffee & Shop

İsmini hep beraber olmaktan alan Alles Coffee & Shop Mayıs 2013’te Erman Bey tarafından açıldı.
Özellikle Türk kültürüne özgü kahvaltısıyla öne çıkan bu mekan mönüsünde sürekli değişiklikler yapıp müşterilerini hem şaşırtıyor hem de onlara farklı tatlar sunuyor.
Adres: Necatibey Cad. Arapoğlan Sok. Serçe Çık. No:4

Bando

Çeşitli yemek seçeneklerinin bulunduğu Bando bir senedir müşterilerine hizmet veriyor. Murat & Efe Köroğulu kardeşlerin kurduğu mekan, ismini “Bando ekip demek, biz de bir ekibiz” diye açıklıyorlar. Sandviç ve kahvenin meşhur olduğu Bando’da hazır ürün kullanılmıyor. Başta sosları olmak üzere her şey kendi mutfaklarına ait.
Adres: Kemankeş Caddesi No: 2

Bol Kepçe

Sulu yemek ve et çeşitleri ağırlıklı mutfağı olan Bol Kepçe, öğle yemekleri için güzel alternatiflerden biri. İnsanların sempatisini kazanmak için böyle bir ismi tercih ettiklerini söylüyor mekanın eli bol Erhan Usta’sı…
Adres: Ağaç Tulumba Sokak No: 13/A



Gakkı

Karaköy’de kahvaltısıyla meşhur Gakkı, üç arkadaş olan Zişan, Merve ve Faruk’un hayallerini gerçekleştirdiği mekanlardan. Kahvaltı mönüsünde yöresel lezzetlerin bulunduğu kafenin her ürünü üretim yerinden geliyor.
Adres: Kılıç Ali Paşa Mescidi Sokak No:10-B

Tohum

Mayıs ayında açılan Tohum genellikle kahve ve atıştırmalıkların adresi. İsmi mekanın kahve ağırlıklı hizmet vermesinden esinlenerek konulmuş. Tohum’da cheesecake ve browni favori tatlılardan.
Adres: Mumhane Caddesi No: 37c

 

KANTİN

Karaköy denince


Karaköy’ü ve Karaköy’ün mekanlarını İletişim Fakültesi öğrencilerinden uzaklaşıp diğer fakülte öğrencileriyle konuştuk. “Karaköy denince aklınıza ne geliyor?” diye sorduk; “tarih” en çok verilen cevap oldu


Zeynep Sena Tepe
Sosyoloji
Karaköy denince aklıma tarihiyle birlikte modernleşmeye çalışan bir yer geliyor. Çok güzel, sıcak mekanları var ve burada arkadaşlarımla vakit geçirmeyi çok seviyorum.

Güney Can Mermer 
Hukuk
Karaköy denince aklıma binaların tarihi yapıları geliyor. Ayrıca dalış yaptığım için bununla ilgili malzemeleri rahatlıkla bulabiliyorum.

Zeynep Canbulut 
Sosyoloji
Karaköy denince aklıma Galata Kulesi geliyor. Bana daha çok tarihi anlatan Karaköy, aynı zamanda arkadaşlarımla güzel vakit geçirdiğim bir yer.

Semih Veren
Elektrik Elektronik
Karaköy denince elektrik ve elektronikle ilgili mağazalar geliyor aklıma. Bunlarla ilgili aradağım her şeyi kolaylıkla bulabiliyorum. Ayrıca arkadaşlarımla gittiğim çok sıcak mekanlar var.



Şehirde moda haftası


Yılın belirli tarihlerinde düzenlenen Moda Haftaları’nda sıra İstanbul’daydı. Türk modasının önde gelen isimleri 2015 ilkbahar yaz koleksiyonlarını sergiledi

Özge Öz (ozgeoz92@hotmail.com)
Fotoğraf: Akın Çeliktaş
Yeni Sayfa

Düzenlenen etkinliklerin büyük bir kısmı Karaköy’de bulunan Antrepo 3’teydi. Bunların yanı sıra bazı modacılar, defileleri için kendilerine özel mekanlar tercih etti. Atölye çalışmaları, moda sohbetleri ve defile sonrası partilerin de düzenlendiği 13 - 18 Ekim tarihlerindeki moda haftasında 40 tasarımcının işi podyuma çıktı.

Hafta başlamadan ünlü Türk modellerinden Didem Soydan, instagram hesabından bir gönderi paylaştı. Modacıların yabancı modelleri tercih ettiğini ve onlara yerli modellerden daha yüksek ücretler ödediğini belirten Soydan’a bazı meslektaşlarından destek geldi.

Defile ve stüdyo sunumlarına katılan Bahçeşehir Üniversitesi öğrencileri Mercedes-Benz ana sponsorluğunda gerçekleşen etkinlik hakkındaki izlenimlerini Yeni Sayfa’yla paylaştı.


Arzu Vila: Bu sene Mercedes Benz sponsorluğunda gerçekleşen Fashion Week’in ikinci gününe stilist bir arkadaşım sayesinde gitmiş bulundum. Emre Erdemoğlu defilesini izledim. Erkek koleksiyonu oldukça başarılı olan Erdemoğlu herkesçe büyük beğeni topladı. Kullandığı düz ve klasik çizgi oldukça şıktı. Bunun yanı sıra Deniz Berdan kadın defilesi yaratıcı ve özgün bir duruş sergiliyordu. Tüketim çılgınlığına atıfta bulunan Deniz Berdan mankenlerinin yüzleri estetik operasyona girecekmiş gibi boyalıydı. Çok fazla defileyi takip edebilmiş olmasam da şunu söyleyebilirim ki modacılar tarafından büyük bir emek ve yaratıcılık gerektiren bir iş, yeni ve genç tasarımcıların kendilerini sunmalarına da olanak veren bir organizasyon. Gelen insan profili çeşitli olmakla birlikte, insanların birbirleriyle şıklık yarışında olduğunu gözlemlemek de mümkün.



Melisa Damla: İstanbul Fashion Week’in 3’üncü gününde Kith&Kin markasının backstage’inde yer alma fırsatım oldu. Bu seneki Fashion Week’te geçen sene olduğu gibi Antrepo 3 Karaköy’de yapıldı. Ünlüleri, moda bloggerlarını bir kenara bırakacak olursak gelen kişilerin çoğu üniversite öğrencisiydi. Ve hatta backstagede yer alan gençler de üniversite öğrencisiydi. Gördüğüm kadarıyla gençlerin çoğu stilleriyle ön plandaydı. Üç saat önce ben de modeller, stilist ekibi, saç-makyaj ekibi gibi backstage’de yerimi aldım. Hummalı ve bir o kadar eğlenceli bir koşuşturmaca vardı. Bu seneki defilelerde ünlü mankenleri podyumlarda göremedik. Bu farkındalığı yaratan ise Didem Soydan oldu. Tasarımcıların bu sene sponsor bulamamaları, yeteri kadar bütçeleri olmadığı için yabancı mankenlerle çalışmak istemeleri oldu. Bu da sektördeki yeni yüzlerin önünü kapatıyor. Didem Soydan’ın bu tepkisini haklı buluyorum ve destekliyorum.

Gizem Babaoğlu:  Herkesin tarzıyla fark yaratmaya çalıştığı söylenebilir. Kızlara kıyasla erkeklerin bilinen Türk erkek imajından çok uzak tarzları dikkatimi çeken şey oldu. Defilelerin düzenlendiği Antrepo 3 binasına girdiğinizde Mercedes’in yeni modeli ziyaretçileri karşılıyordu. Mekan düzeni modern tutulmuş, ancak İstanbul’da o kadar güzel tarihi mekan bulunurken ben Antrepo’nun doğru bir seçim olduğunu düşünmüyorum. Çünkü özellikle dış mekanda bloggerlarının sokak stili çekimleri için şehri yansıtan veya fotoğrafta arkaplanın düzgün gözükeceği durum söz konusu değildi. Belirli şehirlerde düzenlenen moda haftalarını çok insanın takip ettiği düşünüldüğünde bu sene defilelerde yabancı modellerin fazla kullanılmasını nornmal karşılıyorum. Türk modellerden daha yüksek ücretlere çalıştırıldıkları için tartışma konusu oldu. Bu konuda Türk modellere hak veriyorum, fakat İstanbul moda haftasının reklamını dünyaya bu şekilde daha kolay yapabilme şansı verdiğini düşünüyorum.

Arşiv