27 Ekim 2014 Pazartesi

TÜSİAD Kısa Film Yarışması

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) kadın-erkek eşitliği üzerine üniversite öğrencilerine yönelik "Kadın - Erkek Eşitliği Hakkında Her Şey" başlıklı ödüllü bir kısa film yarışması düzenliyor. Başvuruların 14 Kasım 2014’e kadar devam edeceği yarışmanın kazananları 2015’in Ocak ayında açıklanacak.

Toplum hayatında kadının ikinci plana düşürülmesi ve ayrımcılığa maruz kalması konusunda farkındalık yaratmak istenen yarışmaya katılanların, “Kadın erkek eşitliğinden ne anlıyorsunuz?”, “Mevcut eşitsizlikler sizi ve çevrenizi nasıl etkiliyor?” gibi çıkış noktalarından hareket etmesi bekleniyor. Kısa filmler, “en fazla 1 dakika süreli” ve “en fazla 5 dakika süreli” olmak üzere iki kategoride değerlendirilecek.

Ön elemeyi geçen kısa filmleri değerlendirecek jüri üyeleri arasında Şener Şen, Yavuz Turgul, Tomris Giritlioğlu, Alin Taşçıyan, Uğur Vardani, Serra Yılmaz gibi isimler bulunuyor. Her iki kategoride birinciler 7 bin 500, ikinciler 5 bin, üçüncüler ise 3 bin lira kazanacak.

“Kadın hakları için delirip mücadele ediyoruz”

 Nisa Gürbüz (nisagurbuz@hotmail.com) / Yeni Sayfa

TÜSİAD’ın düzenlediği kısa film yarışmasının hareket noktaları olan sorunları feminist edebiyat, sanat ve politika dergisi olan Deli Kadın’ın yazarlarından Melike Ölker’e sorduk. Ölker, kadın cinayetlerine dikkat çekerek cinsiyet eşitliğinin yaşama hakkı kadar temel bir hak olduğunu vurguladı ve ekledi: “Bu ülkede delirmeden herhangi bir şey düzelmez. Biz delirip mücadele etmeyi seçtik.”
.
Kadın-erkek eşitliğinden ne anlıyorsunuz?

Kadın ve erkek bireylerin arasındaki biyolojik farkların toplumsal ilişkilere yansıtılmaması, kadın-erkek eşitliğini oluşturabilecek temel bir anlatım olabilir. Zira kadın ve erkek arasındaki bu biyolojik, fizyolojik farklılıkların toplumsal alanda kadınların aleyhine bir güç gösterisi olarak kullanılması yanlıştır. Aynı zamanda kadınların eğitim, çalışma hayatı ve siyaset gibi birçok alanda engellenmesi, fırsatlarının elinden alınması eşitsizliği oluşturan etmenlerden. Cinsiyet eşitliği öncelikle temel bir haktır, yaşama hakkı gibi. Ama ne yazık ki birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de bu eşitsizliği had safhada hissediyor ve yaşıyoruz. İş gücü fazla olmasına rağmen, düşük ücretli sektörlerde çalıştırılan kadınlar, eğitimde ve siyasette kadınlar üzerinden yapılan politik söylemler, bir diğer tarafta ise kadın cinayetleri, erkek şiddeti ve gerekli/yeterli cezayı almayan katiller, suçlular...

Ekonomik gelir ve fırsatlara ulaşımın eşit olmaması hem aile içinde, hem toplum içinde söz sahibi olma konusunda büyük farklara yol açıyor ve bir güç sarhoşluğunun yanında bu gücü kullanmaktan haz duyma boyutuna da geçiyor. Bu farkların oluşmaması cinsiyet eşitliğinin sağlanmasından geçiyor. Kabataslak bahsetmek gerekirse; kadınların haklarına el uzatmadan, eril söylemler ve eylemlerde bulunmadan, yasa önünde önce insan haklarını göz ederek eşitliğe doğru adımlar atmış olacağız.

Mevcut eşitsizlikler sizi ve çevrenizi nasıl etkiliyor?

Öncelikli sorun bu eşitsizliği benimsemek çünkü bu noktadan sonra kabullenmek ve boyun eğmek başlıyor. Ardından düzeltebilecek bir şeyiniz kalmıyor. Fakat o kadar çirkin bir hal aldı ki, bu ülkede her şeyi ya delirip düzeltmeye çalışacaksın, mücadele edeceksin ya da mücadele ederken delireceksin. Biz delirip mücadele etmeyi seçtik. Bu ülkede her gün beş kadın öldürülüyor ve her gün sayısız kadın sözlü ya da fiziksel erkek şiddetine maruz kalıyor. Delirmeden nasıl mücadele edecektik?

Türkiye’de kadına devletin ve medyanın tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Son 10 yılda kadın cinayetleri yüzde bin 400 artmış bulunmakta. Çünkü hiçbir kadın cinayetinde katiller caydırıcı cezalar almıyor hatta tahrik indirimlerinden yararlanıyor. Bunları tersine çevirebilecek yasalar konulmuyor. Kadınlar devlet korumasındayken dahi öldürülebiliyor. Bunun dışında bildiğiniz gibi devlet, kadının aile içinde durması gerektiği yeri, kaç çocuk yapması, evlendirilmesi gerektiği zamanı, giymesi gereken kıyafeti, okuması gereken okulu ve nasıl ‘ahlaklı’ birey olması gerektiğine varana kadar her şeyi kontrol etmeye ve her şeye müdahil olmaya çalışıyor.

Yeşilçam filmlerinde gördüğümüz üzere bir melek anne figürü vardı. Bu topluma “Nasıl anne olunur?” sorusunun cevabını verir nitelikte bir karakter idi. Devletin kadınlardan olmasını istediği model yani. Zamanla bu kırıldı tabii fakat hâlâ kadınlardan bir beklenti var. Cinsiyetlerin üzerine yapıştırılan bu rolleri hâlâ bariz bir şekilde topluma sunma arzusu var.

0 yorum:

Yorum Gönder

Arşiv